10 Ağustos 2025 Pazar

Biyografi: Erken Yol Alan Ayşe Teyzem



Anneannemin ve dedemin ikinci evladı olarak dünyaya gelen Ayşe teyzemden bahsetmek istiyorum sizlere.


Şöyle bir küçüklüğüme gittiğimde Ayşe teyzemle ilgili ilk hatırıma gelen şeyler, Suşehri’ndeki iki katlı evin üst katındaki holde oturup bizim saçlarımızı yapması, oradan gördüğümüz düğün salonunun ışıkları ve sonrasında birlikte köy düğünlerine gitmemiz… Oynamayı (özellikle cıngıllı oynamayı) ve şarkı söylemeyi çok seven Ayşe teyzem oyunun hakkını vererek oynanmasını ister. Gezmeyi, yeni insanlar tanımayı, muhabbet etmeyi çok sever. Sanırım bu özelliğinden dolayı da Allah ona farklı şehirlerde oturmayı ve yeni insanlar tanımayı nasip etti. Eniştemin asker olmasından dolayı birçok şehirde yaşadılar ve uzun süren farklı dostluklar edindiler.


Dedemin tabiriyle Gazi Okulu’na giden Tolga ve Alper abimin annesi… Bir de kızı Gizem var tabii. Esra ablam ve Gizem her daim küçüklüğümün güzel anılarında… (Bebekliğinde Gizem’in parmaklarını ısırmam onun için güzel bir anı olmasa da☺️)Suşehri’nde oynadığımız evcilikler, bahçede yaptığımız piknikler, sabah akşam topladığımız kayısılar, her gün yapılan temizlikler, Gizem’in o zayıf haliyle Safa’yı kucağında taşıyıp ona yemek yedirmeye uğraşması unutulmayan anılarımdı.


Ayşe teyzemin bahçeden topladığı semizotundan yaptığı yemeğe bayılırdı dedem. “Ayşe’nin geldiği belli oluyor” derdi. O gün bugündür sanırım Ayşe teyzemin bitkilerle arası çok iyi. Aynı hoca dedem gibi sağlıklı beslenmeye, ağır yiyeceklerden kaçınmaya, yağsız yemeye, erken kalkıp Kur’an okumaya, yürüyüş yapmaya dikkat eder. Bir de yemeğin görüntüsü onun için çok önemlidir. Yani tadı ne kadar güzel olursa olsun görüntüsünü beğenmediği bir şeyi ağzına sürmez. Aslında her şeyle ilgili görüntü önemlidir onun hayatında. Anneannem gibi güzel giyinmeyi sever. Evini çiçekler, biblolar ve farklı dekorasyon ürünleriyle süsler. Misafirlerine en güzel tabaklarda, en güzel sunumları yapmayı ve güzel yiyecekler hazırlamayı çok sever. Bazı yemeklere özel tabakları vardır. Mesela turşu koymak için özel tabak aldığını ilk ondan duymuştum. Hatta sadece ıspanak yıkamak için kullandığı bir leğeni vardı. Bayramda baklava-sarma-börek yanında limonata servisi yaparken, sunum yaptığı tabağında limon deseninin olması da tesadüf değildir bence…


Anneannemden kızlarına hatta gelinlerine kalan özelliklerden biri olan temizlik onun için de çok önemlidir. Evi her zaman pırıl pırıldır. Özellikle oturma odasındaki iki yana açılan tülün ortasında kalan pencere camının lekeli olduğunu hiç görmedim. Camları sildikten sonra yağmur yağdığında, “Ben görevimi yaptım, yapacak bir şey yok” sözü benim de örnek aldığım bir sözdür. Ama evini o duruma getirmek için kendini çok yıprattığını hissediyorum. Laf aramızda bence o da anneannem gibi herkesin yaptığı işi beğenmez.


Sabah erken kalkmayı seven teyzem hayata da erken atılmıştır. 15 yaşında evlenen, erken anne olan, erken kayınvalide olan, erken babaanne olan teyzem yaşını hiç göstermez. Küçük yaşlarında kayınvalide ve kayınpederine bakarak büyüklük göstermiştir. Anneannemin alzaymır hastalığına müptela olduğu zamanlarda da altı kardeş bir araya gelerek sırasıyla bu görevi üstlenmişlerdir. Ayrıca terör müptelasının baş gösterdiği yıllarda eniştemin Güneydoğu görevi esnasında ikamet ettiği yerlerde korku dolu günler geçirmişlerdi. Benim kanaatime göre bu yaşanılanlar onu zorluklara karşı daha dayanıklı yapmıştır.


Bediüzzaman hazretlerinin bir sözü vardır: “Her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir”. Bu söz bence Ayşe teyzemin hayat felsefesidir (Aslında bu felsefe annem ve tüm teyzemler için geçerlidir). Ayşe teyzem nerede ne söylemesi veya ne söylememesi gerektiğine, kiminle neyi-nasıl paylaşması gerektiğine dikkat eder. Çekirdek ailesinden geniş ailesine kadar herkesin kendine ait özelinin bulunduğunu düşünerek bunları her ortamda paylaşmaktan sakınır. Belki de anneannem gibi o da bazı şeyleri içinde yaşar. Ayrıca kendine özgü bazı kuralları vardır Ayşe teyzemin. Aslında bu kurallardan biraz ödün verebilir diye düşünüyorum. Çünkü aşırı kurallar vücuda yük ve hastalık olarak geri dönüyor maalesef. Şu sıralar biraz yorgun olduğunu hissediyorum. Eski canlı performansını göremiyorum. Onunla pazar gezmelerini, aynı kıyafetlerden alıp giyinmeyi, köy düğünlerine gitmeyi, poğaça, kurabiye, kısır, çay yapıp oturup muhabbet etmeyi çok özledim gerçekten. Rabbim gücünü ve sağlığını arttırsın ve her daim kendi yolunda eylesin inşallah…


Fethiye

1 Ağustos 2025 Cuma

Biyografi: Anneanneme En Çok Benzeyen Naciye Teyzem



Büyüklerimiz bu dünyadan gidince onların ardında bıraktığı evlatları her birinden aldığı özelliklerle onları yaşatıyorlar. Hoca dedemle ilgili yazdığım buradakiyazımda bundan bahsetmiştim. 4 kız, 2 erkek olmak üzere 6 evlat bıraktılar. Böyle bir yazı serisine başlayınca o evlatların bende bıraktığı olumlu özelliklerden bahsetmek istiyorum.


Öncelikle teyzemlerden başlayayım. “Teyze anne sayılır” hadisinin ne kadar gerçek olduğunu her biri ayrı ayrı yansıtırlar bana. İlk olarak anneanneme en çok benzeyen, anneannemin de en çok kendine benzettiği Naciye teyzemden bahsetmek istiyorum.

Diğerleri gibi onun yeri de bende çok ayrıdır.… İlk evlat, ilk abla, ilk teyze, ilk hala…Zor günlerin dostu, herkesin en zor zamanında ilk yanında olan, arayıp soran, merak eden ama bunu kimseye belli etmeyen teyzem… Düşünün bir kere, torunlar arasında ben büyük olarak dördüncü sıradayım. Belim ağrıdığında geçmiş olsun diye, yeni bir şey aldığımda hayırlı olsun diye beni arayıp halimi hatırımı soran teyzem… Canım Esra ablamın annesi… Onun da annesinden az kalır yanı yok bu konuda… Yaptıklarını kimse bilmez, zaten birileri bilsin diye de yapmaz, her şeyi içinde yaşar, içinde düşünür, içinde çözüme kavuşturur, kavuşturamasa da içinde üzülür. Kimseye bir şey söylemek istemez. Belki de anlasınlar diye bekler, düşünsünler diye bekler, harekete geçsinler, yardımcı olsunlar, bir şey yapsınlar diye bekler. Ama bilmez ki herkesin onun gibi olmadığını ve onun gibi düşünmediğini. Binbir türlü insan ve binbir türlü duygunun olduğu bu dünyada herkesin onun ne düşündüğünü bilememesi aslında normaldir. İşte bu yönüyle de anneanneme benzer. Bu konuda kardeşleri onu eleştirirler. Konuşmasını, paylaşmasını, kendilerini yönlendirmesini beklerler. Ben de sanki bu yönden ona benziyorum. Onu anlayabiliyorum, ama başkalarının onu anlamamasının da normal olduğunu biliyorum.


Dedikodu yapmayı sevmez. Birileri dedikodu yapınca “kapatın konuyu bacım” der. Belki de bu sebeple konuşmak istemez. Çünkü maalesef bizde konuşmalar dedikoduyla sonlanır ve sarmal gibi sarar her tarafı. Bu gerçekten güzel bir özellik teyzem için. Yapabilene ne mutlu...


Yaptığı işler anneannemin en fazla içine sinen teyzemdir. Temizliği, paklığı, titizliği, işlerinin özeni, düzgünlüğü, vs. Mutfağında her şey pırıl pırıldır. Mutfakta onun kendine göre temizlik kuralları vardır. Başka konularda da kendine ait kuralları vardır. Bir şeye karar verdiği zaman onu fikrinden vazgeçirmek pek mümkün değildir.


Kızların çeyizlerinin yapımında baş köşededir teyzem. Anneannem bir keresinde onun yaptığı el işini gördüğünde nasıl gurur duymuş “aynı benim gibi, aynı benim gibi” diye tekrarlamıştı birkaç defa. Dikiş, nakış her işten anlar teyzem. Küçükken çoğu kıyafetlerimizi o dikerdi. Esra ablamla bana Emrah’la da Burak’a aynı kıyafetin farklı renklerini dikerdi. Kardeş gibi geçirirdik bayramları ve düğünleri. Küçüklüğümde Demir Ali dayımın düğünü için Suşehri’ne gittiğimizde Esra ablamın gelinliğini görünce ben de tutturmuştum gelinlik diye. Kısa süre içerisinde çarşıdan kumaş alıp bana gelinlik dikmişti. Bütün kardeşlerin düğünde giyeceği kıyafetleri de o dikmişti. Neler dikmedi ki… Saymakla bitmez… Marifeti son derece üst seviyede maşallah. Ama kendisiyle gurur duymayı pek bilmez. Yapar ve biz görürüz…


Ayrıca kendisi de çok güzel giyinir. Yeri gelir satın alır, yeri gelir diker, biçer, takar, takıştırır ve kendine çok güzel yakıştırır. Kalitesiz şeyleri sevmez. Her şeyin en iyisini en makul şekilde almayı iyi becerir. Anneanneme benzeyen bir diğer özelliği de budur. O da çok severdi güzel giyinmeyi. Bu sebepten dolayı hastalığının son senelerine kadar evde teyzemin diktiği kıyafetlerden giydirir, başına da elbiseye uygun oyalı yazma bağlarlardı. Geceliği yatacağı zaman giydirirlerdi. Hasta diye onu paspal bırakmazlardı. Çok güzel baktılar annelerine maşallah…


Teyzem yıllar önce anneannemin yerine hacca gitmişti. Anneannem kendisi hac vazifesini yapamayacağı için teyzemin gitmesini uygun görmüştü. O vazife de ona ayrı bir yakıştı. Rabbim tekrarını nasip etsin ve ömrünün sonuna kadar Rabbine layık kul olarak yaşasın inşallah…


Fethiye


4 Temmuz 2025 Cuma

Biyografi: Hoca Dedem Vardı Bir Zamanlar…

 


Anneannemin bu dünyadan gidişinden sonra yazdığım buradaki yazımın ardından şimdiye kadar hoca dedemle ilgili hiçbir şey yazmadığımı farkettim. Vefatından 25 sene geçmişti ve ben Kıbrıs’ta olduğum için cenazesine katılamamıştım. Hiç beklenmedik bir anda gelmişti ölüm haberi. Kışın Suşehri’nden İstanbul’a gelmek için yola çıktıklarında otobüste fenalaşmış. Anneanneme “ben ölüyorum” demiş, ardından ruhunu teslim etmiş. Biz onu hasta yatağında yatarken uğurlayacağımızı düşünürdük hep. Çünkü eskiden beri hastalıklarla geçen bir ömrü olmuştu. Yatağa hiç düşmemişti ama sağlıklı bir hayatı da olmamıştı. 

Askerdeyken geçirdiği kalp rahatsızlığıyla bir ömür boyu mücadele etmiş, ameliyat olmuş, hastane ve doktorlardan ayağı geri gelmemişti. Bu sağlık probleminden dolayı perhiz hayatında büyük öneme sahipti. Tuzsuz ve az yağlı yemeye, çayı açık içmeye, sağlıklı beslenmeye dikkat ederdi. Çok sevmesine rağmen turşu yemekten uzak dururdu. Ayva yaprağı ve ıhlamur çayını severdi. Ayşe teyzemin yaptığı semizotu namı değer “pürpürüm” yemeğini yeyince “Ayşe’nin geldiği belli oluyor” derdi. Suşehri’nde bir araya toplandığımızda “bir kaçamak yapın da yiyelim” derdi. Naciye teyzemin başı çektiği bu tepsi tatlısını annem ve diğer teyzemler keyifle yapar, çok istemesine rağmen hoca dedem azıcık yerdi.


Bir yere giderken koltuğunun altında taşıdığı siyah, uzun, fermuarlı çantası eksik olmazdı. İçerisinde resmi evraklar, hastane raporları ve çocuklara dağıtmak için napoliten çikolatalar olurdu. Devlet işlerinden anlar, resmi makamlarla ilgili mevzuatı takip eder, gerekli işlemlerin nasıl yapıldığını çok iyi bilirdi. Önemli bir işi halletmek için özel makamlara çıkar, devlet adamlarına ulaşır, meramını dile getirir ve çözüme ulaşırdı. Bu işleri de nasıl yaptığını ayrıntılarıyla anlatırdı bize. Bir keresinde özel bir makama yazdığı dilekçeyi göstermişti bana. Özenli bir Türkçeyle ve güzel bir el yazısıyla yazmıştı. Dilekçe çok beğenilmiş ve talebi dikkate alınmıştı. Tüm çocuklarının doğum tarihlerini yazdığı defteri de göstermişti bana. Bir de “kara kaplı defteri” vardı dedemin. Torunlar yaramazlık yaptıklarında “açtıracaksınız bana kara kaplı defteri” derdi. Ben o defteri divanın arkasındaki dolapta zannederdim. Meğer bizleri uyarmak için söylediği sözlerden biriymiş bu. 


Kalem, defter, kitap, ilim, okul önemli bir yere sahipti hoca dedemin hayatında ve lisanında. Bir de “Gazi okulu” tabiri vardı onun. Tolga ve Alper Gazi Okulu’na gittiler”derdi bize. Belki de onları örnek almamızı isterdi. Gazi okulu, ona göre bir ahlak okuluydu. Hoca dedeme göre terbiye, ahlak, disiplin ve dürüstlük timsali çocuklar Gazi Okulu’na gitmişlerdi. Bu okulun bir talebesi olan Alper abim dedemin dışarıdan geldiğini görünce “Hazır olun hoca dedem geliyor” diyerek milleti hizaya dizerdi. Tolga abimin de hoca dedemle olan bir anısını şurada paylaşayım:


“Sanıyorum o zamanlar Kırıkkale’deydik. Dedem de bize gelmişti birkaç günlüğüne. Dönüşü akşam saatlerindeydi ve  otobüse yetişmek için acele ediyordu. Biz Alperle elini öptük, o da bizi öptü ve bize harçlık vermek için elini cebine attı. O zamanlar çocuklara verilen harçlıklar çok küçük olurdu. Bu zamanın 10 yada 20 lirası gibi. Ama dedem bize yada bana (o kadarını çok hatırlamıyorum) o zamanın en büyük kağıt parasını vermişti. Ben, bunu dedemi uğurladıktan sonra farketmiştim. Vedalaşırken hava karanlıktı, bir yanlışlık olduğunu hissettim hemen. Ertesi gün dedeme bir mektup yazarak “bir yanlışlık oldu galiba” dedim ve parayı da zarfın içine koyup gönderdim. 1 -2 hafta sonra o da bana bir mektup yazarak,  “Aferin, hayatta hep böyle dürüst olun” anafikriyle uzun bir mektup yazmıştı. Tabii gönlünden kopan harçlığı da göndermişti. Bu anıyı zaman zaman hatırlarım ve hep duygulanırım. Allah anneanneme ve dedeme rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar…”


Tolga abimin evliliğine de hoca dedem vesile olmuştu. Hastahanede yattığı bir sırada hemşire olan İlknur ablayı beğenmiş, Tolga abime önermiş ve sonra da evlenmişlerdi. Bu sebeple onların yanında hoca dedemin yeri ayrıdır.


Suşehri’ndeki baba evini boş bırakmaz, kocaman bahçesindeki her bir ağaçla tek tek ilgilenirdi. O güzel bahçe ve iki katlı ev çocukluğumuzun güzel anılarını hep canlı tutar hafızamızda.


Kendisi Suşehri Merkez Camii’nde müezzindi. Herkes ona “Bayram hoca” derdi, biz de bu sebeple “hoca dede” derdik ona. Dini ilimlere çok önem verirdi. Sanırım içinde hafız olamamanın verdiği bir eksiklik hissetmiş olacak ki, iki evladı olan annem ve Mustafa dayımın hafız olmasına vesile olmuştu. 


Sözü dinlenen, fikir danışılan bir insandı hoca dedem. Rukiye teyzem, “Babamın bizi rencide ettiğini hiç duymadım. Eğer bir kişinin kötü bir huyu varsa bunu yüzüne söylemez, o konuyla ilgili kitaptan bir menkıbe okur yada kıssadan hisse anlatırdı. Hatta kitabın ilgili konusunu açık bırakıp masaya koyar, bizim okumamızı isterdi” der. 


Anlattığı kıssadan hisseleri dinlemek çok hoşuma giderdi. Onu dikkatle dinlememden memnun olur, parmağıyla beni işaret ederek memnuniyetini dile getirirdi.


Hacca gideceği zaman doktor bu durumun kalbi için tehlikeli olduğunu, ameliyat olması gerektiğini söylemiş, o ise ameliyat yerine kutsal vazifeyi yapmayı tercih etmişti. “Rabbim ameliyatımı sen gerçekleştir ve vazifemi kolaylaştır” anlamında bir dua etmiş bu duanın ardından hac vazifesinde hiç zorlanmadığını söylemişti.


Bu vazifenin ardından Suşehri’ne gittiğimiz o sene ziyaret için birçok misafir gelmiş, her birine ayrı ikramlarda bulunmuştuk. Bu misafirlerden bir amca vardı. Yanına gidip elini öpen her çocuğa çikolata veriyordu. Çikolata almak için teker teker amcanın yanına gidip elini öptüğümüzü hiç unutamam. Dedem de bu durumdan çok memnun olmuştu. 


Misafire hürmet eder, misafirperverliğin öneminden bahseder, gelen misafire karşı nezaketli olmamızı söylerdi. Osmanlı zamanında, gelen misafir namaz kılacaksa ona rahat bir ortam sunma amacıyla “kıblegah” isimli bir levha kıble yönüne asılır ve o levhada şu beyitin yazılı olduğunu söylerdi:


"Ey misafir, kıl namazını, kıble bu caniptedir (taraftadır),

İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir!" 


Yaşasaydı ondan öğreneceğimiz daha çok şey olurdu ama Allah’ın takdirinden sual olunmaz. O ve anneannem ardında altı evlat bırakarak gittiler bu dünyadan. Her biri onlardan aldığı özelliklerle anne babasını yaşatıyorlar. Allah onlara hayırlı ömürler nasip etsin…


Fethiye



Foto: Pinterest

28 Haziran 2025 Cumartesi

Anneannemin ardından…



Şu anda Suşehri’ndeyiz. Tıpkı eski günlerdeki gibi… Çocukluğumun en güzel anılarının geçtiği yer… Uzaktan görünen yeşil pencereli dede evi, büyük bahçesi ve geniş avlusuyla bizi karşılıyor. Küçüklüğümüzde yaz olunca büyük bir heyecan duyardık buraya gelmek için… Teyzemler, dayımlar ve kuzenlerimle çok güzel vakit geçirirdik.

Anneannemin yüzündeki mutluluk ise her şeye değerdi. Ama dönüş hazırlığı yaparken yüzüne bakmak istemezdim. Saatler öncesinden başlardı ağlamaya… Temizdi, paktı, düzenliydi,  güzel giyinmeyi severdi. Bugün Hilal söyleyince hatırladım bizleri “canımın yavrusu” diye sevdiği günleri… 


Dedemle de çok iyi geçinirlerdi. Ben dedemin ona sesini yükselttiğini hiç duymadım. Kavga gürültü olmazdı aralarında. Ve hiç ayrılmazlardı birbirlerinden… 

Onun ağzından normal sözler duymayalı yıllar oldu. Dayımın dediğine göre alzaymır denen hastalığın başlangıcı dedemin ölümünden sonra olmuş. İstanbul’a gelmek için otobüsle yola çıktıklarında, birdenbire yanında vefat etmiş dedeciğim. O kadar bilinçli bir şekilde gitmiş ki ölüme “ben ölüyorum” diyerek. O gün bir şeyler olmuş anneanneme. Yıllarca bağlandığı bağ çözülüp gitmiş elinden…Kalbinin yarısını kaybetmiş sanki. Kalp gidince beyin de yavaş yavaş kendini tüketmeye başlamış. Beynini vücuduna bağlayan bağlar zamanla kopmuş… Yürümeyi unutmuş, konuşmayı unutmuş, düşünmeyi unutmuş… 


O yalnızlığını her şeyi unutarak kapatmaya çalışsa da yavruları onu yalnızlığa terk etmediler. Bir bebek gibi ilgilendiler. Hiç sevmedikleri kadar sevdiler. Tertemiz ve güzel giyindirdiler, misler gibi kokuttular, güzelliğine güzellik kattılar. 90 yaşının son 15 senesi onun hayatında belki büyük bir kayıp ama evlatları için bir imtihandı. İnşallah bu imtihanı kazanmışlardır. Esma yengemin dediği gibi belki günahlarının affolması için, sıkıntılarının hafiflemesi için, zor zamanlarını kolay aşabilmeleri için, hayatlarına yeni kapılar açılması için Allah annelerini bir vesile kılmıştı onlara kim bilir…


Onun buradaki imtihanı artık sona erdi. Gerçek dünyasına kavuştu. Rabbim inşallah burada yaşadığı sıkıntılar hürmetine o dünyasını aydınlatır. Biz ondan razıydık Allah da razı olsun inşallah…


Fethiye

28 Mart 2025 Cuma

Bu Gece, O Gece miydi Acaba?

 


Ramazan 29… Son on gün… Tekli gecelerden biri… İkindi vakti gökten boşalırcasına yağan bir yağmur… Milyonlarca damlalar… Sanki her bir damlada inen milyonlarca melek… Dünya gözüyle göremediğimiz Allah’ın âbid kulları… Yeryüzünü şereflendirmeye gelmişler sanki… Dünyalık olan bizlere Allah’ın rahmetini ve selamını getirmişler… Sanki dualarımıza âmin demek için gelmişler… Her bir müslümanı gözlemlemek için gelmişler… Kim bu özel günü değerlendiriyor diye izlemek için… Kendilerinden daha şerefli olan kullar kimler acaba diye merak ettikleri için…

Bir müslümanı görmüşler tevbesi göklere ulaşıyor… Diğer bir müslüman gözyaşlarıyla Allah’a yalvarıyor… Bir diğeri Kur’an okuyor… Bir başkası zikir çekiyor… Kimisi ilim öğreniyor… Kimisi dua ediyor… Kimisi namaz kılıyor, secde ediyor… Diğeri ise Peygamber (sav)’in tavsiye ettiği duayı tekrarlıyor… Hani Hz. Aişe annemize öğrettiği dua…Ama her birinin istediği ortak bir şey var… Affedilmek…Arınmış bir kul olarak bayrama ulaşmak ve bin aydan daha hayırlı bir geceyi hayırla tamamlamak… 


Ve seher vakti… Yani dünyadan ayrılma vakti… milyonlarca aminleri Allah’a ulaştırmak için heybelerine koyuyorlar… Yavaş yavaş dünyayı terk ediyorlar… Dünya böyle bir geceye ancak yılda bir kere şahit oluyor… Yani Kadir gecesine… Arayanlara ne mutlu… Bulanlar ise ne kutlu… “Peki sen Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin? O bin aydan daha hayırlıdır.”Sadakallahu’l azîm…


Fethiye


27 Mart 2025 Perşembe

Sen Hangi Müslüman Tipisin?


Fatih Çıtlak hocanın sahur program konuğu  olan Mustafa Akgül hoca üç çeşit Müslüman tipinden bahsetti.


  1. Ceviz Müslümanlığı
  2. İğde Müslümanlığı
  3. İncir Müslümanlığı


Bu tipleri islamı yaşama ve yaşatma noktasında incelersek şöyle yorumlayabiliriz: 


Ceviz Müslüman olan insanlar, dışı sert, davranışları kaba ama içleri ceviz gibi tatlı, kalpleri temiz, fedakarlık gerektiğinde çekinmeden yapan insanlardır. Bu kişiler kendilerinin farkına varıp “hilm ve nezaket” libasını üzerlerine giyerlerse tatlarından yenilmez olur. 


İğde Müslüman olan insanların dışı yumuşak, içi odunsudur. Dışarıda herkese karşı güler yüzlü, anlayışlı, aman efendim, canım efendim gibi hitaplarda bulunurken, kendi çıkarlarına ters düşen bir şeyle karşılaştıklarında birden canavara dönüşebilen tiplerdir. Programda isim vermeden bahsedilen bir kişi vardı. Bir tv programına konuk olmuş. Program öncesi kibar ve nezaketli davranışları herkesi çok etkilemiş. Bir ara yapımda çalışanlardan biri giydiği şalın görüntüye zarar verdiğini söyleyerek farklı bir şekilde yapmasını rica etmiş. Hanım birden çıldırmaya başlamış. 


Bu kişiler dışarıda hareketleriyle, konuşmalarıyla, oturup kalkmalarıyla, duruşlarıyla islamı temsil edip kendi içlerinde bu halleri yaşamıyorlarsa o zaman sıkıntı başlar. Bir zamanlar bir hanım tanımıştım. Kendince çok kibar, edepli, islami yaşantıya sahip, kitaplar okuyan vs bir hanımdı. Bir öğrenci grubunun içindeydik ve sınavlara çalıştığımız bir dönemdi. O da bizim başımızdaydı. Dışarıdan bir şey alınması gerekiyordu. Ve o hanım kendi kızının ders çalışmasına engel olmak istemediği için başka bir öğrenciyi göndermişti.


Ayrıca iğde müslümanı olanlar büyük hatalarını gizlemek için küçük hatalarını ön plana çıkarıp söylerler. Böyle olunca etrafındakiler kendisinin ne kadar iyi bir Müslüman olduğunu düşünür. Ancak bu durum tehlikelidir. Bu tip kişiler kendilerinin farkına varırlarsa iç alemlerine yönelmeli, bu huylarını terbiye etmelidir. 


İncir Müslüman ise olması istenilen Müslüman modelidir. İçi de, dışı da yumuşak. Yumuşaklıktan kasıt islamı temsil noktasında olmalıdır. Yoksa sesini çıkarmayan, her şeye tamam diyen, koyun gibi güdülen müslüman modelinden bahsetmiyorum. Müslüman yeri gelince Hak dava uğruna Hakk’ı savunabilmelidir. Bu Müslüman modeli bana Hz. Osman’ı hatırlattı. Peygamberimiz (sav), ondan bahsederken “Meleklerin haya ettiği kişi” diye bahsetmiştir. “Bu durum nasıl oluştu?” diye sahabe Hz. Osman’a sorduğunda kendine has mütevazılığıyla, “Benim yaptığım bir şey yok. Ben dışarıda nasılsam evde de öyleyim” demiştir. 


Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, Hz. Ömer sert bir insandı ama İslamiyet onu terbiye etti. Zamanında yorulana kadar kölesini döven bir insanken Müslüman olduktan sonra  karıncayı dahi incitemeyen bir insana dönüştü. Her birimizin karakteri farklıdır. Önemli olan o karakterleri islamla terbiye etmektir. Nitekim Rabbimiz kitabında sahabeden bahsederken şöyle demiştir:


“Muhammed Allah'ın Resulüdür. Beraberindekiler ise kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûda, secdede, hep Allah'ın lütuf ve hoşnutluğunu ararken görürsün. Yüzlerinde de secde izi vardır…” (Fetih Sûresi, 29)


Müslümanlığımızı ceviz ve iğdeden incire dönüştürebilir miyiz acaba?


Fethiye


kuranmeali.com 

sorularlaislamiyet.com 

Foto: shutterstock.com


18 Mart 2025 Salı

Tevekkül Etmezsen Soğuk Kalbine İşler

 


“Sen’den gelen her şey için emrin başım üzerine” diyebilmek iman kuvvetini gösterir. Bir nevi Allah’a tevekkül etmektir. Yani verdiğini şeksiz-şüphesiz kabul etmek, vermediğinde yada olaylar istediğimiz gibi olmadığında  “lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmektir. 


Ben sonbahar ve kış mevsimini çok severim. Farklı bir mutluluk verir bana. Sanki tüm kötülüklerin üzerinin örtülüp kabuğumuza çekildiğimiz zamanı hatırlatır. Dışarıda yağmur veya kar yağarken sıcacık evde oturup kitap okumanın veya örgü örmenin hazzı bambaşkadır. Birkaç gün önce havalar ısınınca, “Hemen ısınmasaydı havalar, soğuklar devam etseydi” demiştim. Dışarıda soğuktan donanları, evsiz barksız olanları düşünmeden lakayt bir şekilde söylediğim cümlelerdi bunlar.


Birkaç gün süren sıcak günün ardından bugün yaşadığımız kar soğuğu ve yağmur geldi. İstediğim olmuştu yani. Ve ben bu gün hastahanedeki işimden dolayı dışarıda vakit geçirmek zorunda kaldım. Rüzgarın şiddetinden şemsiyem bozuldu. Bir taraftan üşüdüm, bir taraftan ıslandım, bir taraftan hastaydım ve diğer taraftan da işitmek istemediğim sözlere maruz kaldım. 


Bu buhranın içinden çıkıp eve geldiğimde aklım başıma geldi. “Sen misin Allah’tan gelene razı olmayan. Al sana soğuk hava. İliklerine kadar üşü de aklın başına gelsin” dedim kendi kendime. Soğuğun kalbe kadar işlemesi de pek ağır bir şeymiş. Bunu da daha iyi anladım… 


Fethiye


Foto: istock.com 

5 Mart 2025 Çarşamba

Ramazan’da Cepheden Yazılan Bir Mektup

 

Rahmet mevsimini içine alan Ramazan ayı geldi çok şükür. Ramazan kimine rahmet ve merhameti, ibadetleri arttırmayı, Kur’an ile hemhâl olmayı, ahlakı güzelleştirmeyi, sabırlı olmayı hatırlatırken kimine de birbirinden süslü iftar sofralarını, lezzetli yiyecekleri, pideleri, tatlıları, börekleri hatırlatıyor. Biraz önce “Acaba iftara ne hazırlasam?” diye düşünürken karşıma arkadaşımın gönderdiği şöyle bir yazı çıktı. Çanakkale’de cephede bir askerin kızına Ramazan ayında yazdığı bir mektup şöyleymiş:


“Benim güzel kızım,


Bu gün, Ramazan’ın ikinci günü. Şeyhülislam oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınladı ama benim içim rahat etmedi. Oruca niyetlendim. Sahur vakti çalıların arasında iki kök çiriş (pırasaya benzeyen daha küçük bir ot) buldum. Onlarla sahur ettim. Gündüzü yeni siperler kazdık. Hiç susamadım. Taarruz arttı. Kafamızı çıkaramadık. Akşam olunca bir asker ezan okudu. Siperin içinde matara elden ele dolaştı. Herkes orucunu su ile açtı. Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum. Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş. Matara en son bana geldi. Geldi ama ben kendimden utandım. Arkadaşlarımın hepsi sahursuz oruç tutmuşlar. Ben ise iki çirişi yediğim için arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissettim. O gün oruçlu şehit olan

Erzurum’lu, Darende’li ve Yenice’linin hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm…”


Ne yüce gönüllü insanlar değil mi? Böylelerinin imanıyla kazanıldı vatan toprakları. Ama ben inanıyorum ki bu insanlar hâlâ yaşıyorlar aramızda. Onların hürmetine Allah’ın rahmeti üzerimizde elhamdülillah. Rabbim bizleri Ramazan’ı idrak eden ve kıymetini bilen kullarından eylesin. Amin..