11 Nisan 2020 Cumartesi

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır 2

Tefekkür Etmek

Koronavirüs salgını dünyamızı tehdit etmeye devam ediyor. Birçok ülkede tedbirler alındı ve bu doğrultudaki uygulamalar devam etmekte… Biz Müslümanların bu konuda yapacağımız ilk şeyin bireysel tedbir almak ve devletin koyduğu kurallara uymak olduğunu buradaki yazımda belirtmiştim.

İkinci olarak yapmamız gereken şey ise tefekkür etmektir. Yani başımıza gelenlerin ilahi boyutunu düşünmek, geçmiş ümmetlerin yaşadıklarından ders çıkarmak, yaşadığımız bu olayda bizim de hata payımızın olup olmadığını farkına varmak, yanlışlarımızı görüp düzeltmek, şimdiye kadar yapmak isteyip de yapamadığımız müspet işleri yapmak tefekkür etmenin başlangıcı olabilir.

Bu salgın durumla karşılaştığımız ilk günler Allah’ın sabrının taştığı son noktada olduğumuzu ve ilahi bir azapla karşılaştığımızı düşünmüştüm. Ancak bazı ayetleri okuyunca, geçmiş tarihlerde yaşanılanlara bakınca ve bazı değerli kişilerin sohbetlerini dinleyince hâşâ Allah adına konuşmuş gibi hissedip kendimden utandım. Çünkü Müslüman bir insan her daim Allah’ın merhametinden ümidini kesmemeli ve yaşadığı her olumsuz durumu rahmete çevirebilmelidir.

Prof. Dr. Mehmet Görmez hoca “Coronavirüs Özelinde Musibetleri Okuma Usûlü” başlıklı videosunda bu konuya çok güzel açıklık getirmiş. Sohbetinin hepsini dinlemenizi tavsiye ederim. Ben burada bir kısmını aktarmak istiyorum. Şöyle diyor Görmez hoca:

“İlahi vahyi bir bütün olarak ele aldığımızda, insanı, vahyi ve kainatı birlikte ele aldığımızda bu tür musibetler birer ilahi adet değil, birer ilahi ayettir. Bazen öfkeyle iddia edildiği gibi bu tür hadiseler ilahi bir azap değildir. Fatır Sûresi 45. Ayette bakınız Rabbimiz ne buyuruyor:

“Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı.”

Fussilet Sûresi 46. ayette Rabbimiz açıkça şöyle buyuruyor:

“Allah kullarına zulmedecek değildir.” (Fussilet Sûresi 46)
Birilerinin zaman zaman haddi aşarak iddia ettiği gibi bu bir kıyamet de değildir. Çünkü kıyametin bilgisi hiçbir zaman hiçbir peygambere dahi verilmemiştir.

Kur’an’a göre başımıza gelen bu musibet tam da bir ayettir. Ayetin sözlük manası işarettir. Her mü’min bu işaretten farklı bir ibret çıkaracaktır. Allah’ın “İbret alın ey akıl sahipleri!” emri tam da bu konulara yöneliktir. Nitekim yüce Kur’an tarihte yaşanan en büyük musibet olan Nuh’un tufanını dahi bir musibet olarak değil, bir ayet olarak adlandırmıştır. “Ve böylece biz onu ibret için bir ayet yaptık.” (Ankebut Sûresi 15)

Bu musibet bir ilahi ayet olarak okunduğunda;

Bazıları bunun sebebini insanlığın dünyayı hoyratça kullanmasına bağlayacaktır haklı olarak. Bazıları dünyanın artık insanı taşıyamaz hale geldiğinden söz edecektir ve bunu sebep olarak gösterecektir haklı olarak. Kimileri bunu yıllardır Arakan'da, Doğu Türkistan'da, Suriye'de, Yemen'de yaşanan insanlık trajedilerine bağlayacaktır. Kimileri ise ülkelerin sınırlarını kapatmalarını gariban Suriyeli muhacirlere kapılarını kapatmalarına bağlayacaktır yine haklı olarak. Bazıları mazlum Suriyeliler üzerinden yürüyen küresel çatışmalara bağlayacaktır. Bazıları da Akdeniz'in sahillerine vuran çocuk cesetlerinde arayacaktır bütün bunların sebeplerini. Bazı insanlar bu haz ve hız çağında insanın kendini, evini, kalbini, ruhunu, Rabbini unutmasına bağlayacaktır haklı olarak. Kendimizi evimize kapatmamızın sebebini eşimizi, ailemizi, çocuklarımızı çok ihmal etmemize bağlayacaktır. Bazı mü'minler Kabe'nin, Mescid-İ Nebevi'nin, Mescid-İ Aksâ'nın, camilerin, cumaların kapılarını yüzümüze kapatmalarını onları ihmal etmemize hatta bu büyük Mukaddes'e mekanları yad ellere terk etmemize bağlayacaktır. Kimi mü'minler de umreye, hacdan hacca, cumadan cumaya günahlarımızı affettirmenin mümkün olmadığına bağlayacaktır. Kimileri bunu Afrika'daki yıllardır açlıktan ölen çocukların o duymakta zorlandığımız âhına bağlayacaklardır. Bazıları içine kapandığımız karantinayı on yıldır Gazze'nin muhasarasına bağlayacaktır. Kimileri de Allah'ın rızkı olarak verdiği helal ve temiz gıdaları terk etmekte arayacaktır.

Eğer biz bunları doğru okursak ve bütün bu başımıza gelenleri "ayet" olarak değerlendirirsek bütün bu anlamlar doğru olacaktır. Ve bu zengin anlamlar haritası insanlığı kendisi üzerinde yeniden düşündürecek ve yaşadığımız bu musibeti rahmete dönüştürecektir.

Böyle okunduğunda her insan kendisiyle yüzleşecektir. İnsan dünyayla ilişkisini yeniden gözden geçirecektir. İnsan eşiyle, dostuyla, ailesiyle ilişkilerine çeki düzen verecektir.

Namütenahi zengin anlamlar dünyasını terk edip bu tür musibetleri belli bir kişiye, belli bir olaya, belli bir topluma bağlamak, ilahi azap ve kıyametle izah etmek sonsuz ayetleri okuyamama manasına gelir. Ve bizi ibretten koparır, ibarelere mahkum eder.”


şeklinde ifade etmiş Mehmet Görmez hoca. Rabbim tüm bu yaşanılanları ayet olarak görüp kendimize ibret çıkarabilmeyi ve rıza-ı ilahi doğrultusunda hayat sürmeyi cümlemize nasip etsin.

4 Nisan 2020 Cumartesi

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır - 1

Tedbirli Olmak

Yaklaşık üç ay önce ortaya çıkmış, gözümüzle bile göremediğimiz küçücük bir mahlukla mücadele halinde dünya. Öyle bir duruma gelindi ki hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Okullar kapandı, sınırlar kapandı, camiler kapandı, AVM'ler, sinemalar, tiyatrolar, eğlence yerleri kapandı. Velhasıl herkes evine kapandı. Hayat durma noktasına geldi ve birçok tedbir alındı. Alınan bu kadar tedbir ne içindi peki? Cevabı çok basit... Hayatta kalabilmek için... Devlet, en aslî vazifesi olan milletinin yaşamını güvende tutma görevini yapmak için bu kadar önlem ve tedbir almışken bizim yapmamız gereken de bunlara itaat etmektir. Bahsi geçen önlemler ve uyulması gereken kurallar her gün tv kanallarında defalarca hatırlatılıyor. Burada onları tekrarlamama gerek yok. Benim burada altını çizmek istediğim nokta bir müslümanın böyle mücbir durumlarda nasıl davranması gerektiğini hatırlatmaktır. Eğer biz Allah'a inanan ve O'nun emirlerini yerine getirmek için çalışan müslümanlarsak, bu konuda da hassasiyet gösterdiğimiz taktirde alacağımız önlemler ibadet hükmüne bile geçebilir Allah'ın izniyle.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Allah'a isyanı emretmedikçe emire itaat etmek müslüman kişiye haktır. Allah'a isyanla emredene itaat yoktur."

Bugün yaşadığımız olayda bu hadisten anlamamız gereken şey, devlete ve aynı zamanda sağlık otoritelerine itaat etmektir. Bedenimizi bize emanet olarak veren Rabbimiz onun hesabını da muhakkak soracaktır. Bu sebeple bu konuda sağlık otoritelerinin emrinin dinin emri gibi olduğunu söylüyor hocalarımız. Gün geçtikçe ve alınan tedbirler arttıkça insanlar daha fazla dikkat eder oldular. Ancak ilk günlerde maalesef bu hassasiyet yoktu. Biz sadece kendimizi düşündüğümüz için değil, çevremizi de düşünerek hareket etmeliyiz. Şu anda bize söylenen şey, önemli bir durum olmadıkça evlerimizden çıkmamamız gerektiğidir. Vakanın ilk günlerinde yaptığımız gibi "ne olacak canım" diyerek eski hayatımızı sürdürmeye devam etmeseydik, sahiller boşalmış diyerek keyfi piknikler yapmasaydık, uzun alışverişlerimizi kısaltsaydık, akraba ziyaretlerimizi erteleseydik belki bu kadar yayılmasına sebep olmayacaktık. Allah aşkına bazı insanların parka gitmelerini engellemek için bankların sökülmesi mi gerekiyordu? Bu kadar mı düşüncesiz insanlar olduk biz? 

Açıkça bahsetmek gerekirse tedbirsiz davranmaya devam edersek nereden geldiği bilinmeyen bir virüse "merhaba" demek zorunda kalabiliriz. Hatta sadece tanışmakla kalmaz, eşimize, çocuklarımıza ve yakınımızdakilere de tanıştırabiliriz. Ve sonra ne olur sizce? Ya 
iyileşiriz yada ölürüz. Ancak ölmek çözüm değil ki... Böyle bir salgın hastalıktan şehit olarak ölmek de mümkün, tedbirsiz davranarak ölmesine sebep olduklarımızın hesabını vermek de... Ahirete inanan müslümanlar olarak bir yavrumuzun vücudunu virüsle tanıştırdığımız için Allah'ın bize hesap sormayacağını mı sanıyoruz? Bize emanet olarak verdiğini söylediği kendi canımızın hesabını veremeden virüsü bulaştırdığımız yavrumuzun canının hesabını nasıl vereceğiz peki? 

Peygamberimiz (sav), "Şayet bir yere veba (bulaşıcı hastalık) olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Sizin bulunduğunuz bir  yerde meydana gelmiş ise oradan da ayrılıp çıkmayın." diyor. Yabancı basın bile Efendimiz (sav)'in temizlik ve salgın hastalıklarla ilgili tavsiyelerini koronavirüs ekseninde haberlerine taşıyorsa, mensubu olduğumuz İslam dinine uyup Müslümanca tavır sergilemek en çok bize yakışır. Bu sebeple şu anda yapmamız gereken evde kalıp tedbir almak ve durumu düşünüp tefekkür etmektir. Nitekim Peygamberimiz (sav) eşi Hz. Aişe (ra)'nin rivayet ettiği bir hadisinde tâun hastalığından bahsederek şöyle buyurmaktadır: 

"Tâun hastalığı, Allah Teâla'nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü'minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah'tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir."
(Buhârî, Tıb 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92-95)

Tâun yani vebâ hastalığı zamanında kitle halinde ölümlere sebep olan bulaşıcı bir hastalıktı. Günümüzde yaşadığımız koronavirüs salgınını bu şekilde değerlendirebilir hadisten kendimize ders çıkarabiliriz.