9 Kasım 2015 Pazartesi

Kitaplarla Yolculuğum



Okumak, kana kana su içmek gibidir benim için. Bilgileri sindirmek, hayata yansıtmak ve farklı bir dünyada yolculuk yapmaktır. Kitaplar hayatımın bir parçası, derdimin dermanı, ruhumun ilacı gibidirler. Okuduğum her kitap olumlu ya da olumsuz etkiler bırakmıştır üzerimde. Her birini ayrı ayrı anlatmak isterdim ama şimdilik bir kısmına değinmek istiyorum. 

İlkokul iki ya da üçüncü sınıftaydım. Elimde Saadettin Kaplan'ın "Hasret Penceresi" isimli hikâye kitabı vardı. O kadar hüzünlü bir kitaptı ki... Anne babasından ayrı gurbette kalan küçük bir çocuğun çektiği acılar anlatılıyordu. Kitabın sonunda güzel şeyler olacak hayaliyle, hevesle okudum kitabı. Çocuğun çektiği sıkıntılar o zamanki çocuk kalbimi öyle yaralamıştı ki sonunun da kötü bitmesi sebebiyle elime uzun zaman kitap almadığımı hatırlıyorum. Yıllar sonra şu sonuca vardım ki çocuk kitapları yazılırken çocukların ruh hali de göz önünde bulundurulmalıymış. 

Altıncı sınıfa geldiğimde kitaplardaki huzuru Şule Yüksel Şenler sayesinde "Huzur Sokağı" ile buldum. Yaz tatilinde okuduğum bu kitap okuma hevesimi tekrar geri kazandırdı bana. Ardından okuduğum islami romanlar sayesinde dinî hassasiyetlerim de oluşmaya başlamıştı. 7. Sınıfta Türkçe öğretmenimizin okuttuğu Reşat Nuri Güntekin'in "Anadolu Notları" ve içerisinde farklı yazarlardan öyküler bulunan "İlk Gençlik Çağına Öyküler" isimli kitapların kitap okuma hevesimi kırmadığına seviniyorum doğrusu:) Hayatımda zorlanarak bitirdiğim bunlardan başka kitap hatırlamıyorum. Belki daha sonraki senelerde okusaydım bu kadar sıkılmayabilirdim ama daha küçük yaşta okuduğum bu kitaplar biraz ağır gelmişti bana. Halbuki yıllar sonra okuduğum Yavuz Bahadıroğlu'nun Osmanlı sultanlarının hayatlarına ve kahramanlıklara dair yazdığı romanlarla o zamanlarda karşılaşmayı ne çok isterdim. Çünkü o yaşlarda okunan romanlar sayesinde insan karakteri şekilleniyor ve hayata bakış açısı o yönde gelişiyor. Tarihimizi çocuklarına sevdirmek isteyen anne babalara Yavuz Bahadıroğlu'nun eserlerini kesinlikle tavsiye ediyorum.  İlkokul çağındaki öğrenciler için ise "Fetih Kitapları Serisi" yerinde olur sanırım.

Kitap okumadaki altın çağımı lise ve üniversite yıllarında yaşadım. İmam Hatip Lisesi birinci sınıftaki Edebiyat öğretmenimiz Ferhan Gürdal Küçükali Hanımefendi güzel Türkçesiyle bizi kendine hayran bırakırken kitapları da o denli çok sevdirmişti. Bizlere "hanımefendiler" diye hitap ederken, biz de karşımızda gerçek bir hanımefendinin nasıl olması gerektiğini görüyorduk. O sene ve takip eden senelerde arkadaşlarla birbirimize çok fazla kitap alışverişi yapmıştık. Türk ve Dünya klasikleri ilk okuduğumuz kitaplar arasındaydı. "Sefiller", "Suç ve Ceza", "Monte Kristo", "Şeker Portakalı" ve serisi zevkle okuduğum dünya klasiklerindendi. Tolstoy ve Goethe'yi de kendimize pek yakın hissetmiştik. Birçok arkadaşımın zevkle okuduğu Agathe Cristie'ye ait bir romanı dayanamayıp yarıda bırakınca polisiye romanların bana hitap etmediğini anladım. Bunların yanında Halide Edip'ten, Peyami Safa'dan, Reşat Nuri'den, Mehmet Rauf'tan, Yakup Kadri'den, Cengiz Aytmatov'dan, Necip Fazıl'dan eserler de okumuştuk. Necip Fazıl'ın Efendimiz (sav)'in hayatını anlattığı "Çöle İnen Nur" ve Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin hayatını konu aldığı "O ve Ben" eserleri okunmaya değer kitaplardandı. Ayrıca "Çile" adlı eserinde bulunan minik mısralar gönlümüze manevî bir haz serpiyordu sanki.

Emine Şenlikoğlu, Hekimoğlu İsmail, Münevver Ayaşlı kitapları ufkumuzu açarken Zeynep Gazalî'nin "Zindan Hatıraları" olmaz böyle şey dedirtiyordu bize. İslamı yaşama uğruna çekilen sıkıntıları okurken o anı yaşıyor gibiydik. 

Daha sonraki senelerde edebiyat dersimize gelen Nuriye Çeleğen'i hatırlıyorum da ileride onun kitaplarının bende büyük bir etki yapacağını o seneler tahmin edemezdim. Büyük bir manevî hazla okuduğum "Aşk-ı Sükûn"'da Hz. Hacer'in sonsuz tevekkülünü, "İffet-i Kalp"'te Hz. Meryem'in iffetini, saflığını, temizliğini, "Hay Sultan"'da ise İmam Gazalî'nin evliyalık mertebesi yolunda verdiği imtihanları ve mucizelerini anlatıyordu.

Yine aynı dönemlerde dersimize gelen bir stajer öğretmen bize, "Üniversitede vaktinizi boşa harcamayın. Çok kitap okuyun. Sonradan vakit bulamayabilirsiniz." demişti. Allah nasip etti, üniversite kapısı açıldı ve o öğretmenin tavsiyesi hiç aklımdan çıkmadı. Halit Ertuğrul kitapları o zaman arkadaşlarımızla bizim gözdemizdi. Özellikle "Düzceli Mehmet"'in hayatı, imanı bizi çok etkilemişti. O dönemlerde ruhumdaki eksiklikleri Muhammed Bozdağ'ın "Ruhsal Zeka"'sıyla tamamladım. Hayatımın kitabı niteliğindeki bu kitap hayata farklı bir açıdan bakmama sebep oldu. Yaşadıklarımızın altında yatan gerçek sebepleri görerek bana tevekkül etmeyi öğretti. Yazarın diğer kitapları da okunmaya değer... Herkese tavsiye ederim. Tevekkül'den bahsetmişken Marlo Morgan'ın "Bir Çift Yürek" isimli kitabı da okunmaya değer kitaplardan. Avustralya'da yaşayan Aborjin kabilesinin tabitla başbaşa yaşadıkları hayatı öyle güzel anlatmış ki... Tevekkül etmeye dair çok güzel örnekler var... Kur'an-ı Kerim'in tefsiri niteliğindeki Risale-i Nur Külliyatı da anlatmakla bitirilemeyen eserlerden... O zamandan beri bitirmeyi planlıyorum ama henüz nasip olamadı maalesef.

Evlilik öncesinde okuduğum Fatih Okumuş'un "Cennetim Olur musun?" kitabıyla gerçek aşkın Allah'a olan aşk olduğunu, bu dünyada nasibimiz olan hayat arkadaşının da bizi O'na ulaştıracak ve cennetimize sebep olacak biri olması gerektiğini öğrenmiştim. Mine İzgi'nin "Cennetim Olur musun?" kitabı ise bir evlilikte olmazsa olmaz her şeyi kadın ve erkek gözüyle anlatan bir el kitabı niteliğindeydi. Çık sevdiğim yazar Mine İzgi, Kur'an-ı Kerim sabredenlerle şükredenlerin cennete gireceğini haber verdiğini, evlilikte de bazılarına sabretmek bazılarına da şükretmek düştüğünü bize hatırlatıyordu. Bunların yanında Vehbi Vakkasoğlu, Esra Nuray Sezer, Senai Demirci kitapları da evliliğe dair okuduğum kitaplar arasında bir okul niteliğindeydiler.

Şu anda iki çocuk annesiyim. Doğal olarak Çocuk terbiyesine yönelik kitaplar listemde yer alıyor. Bu konuda Adem Güneş'in kitaplarını tavsiye edebilirim. 

Çocuğa olan davranışlarımızın düzgün olması için öncelikle kendi karakterimizi düzeltmemiz, sekine halini yakalamamız gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de yine kitaplarla kendimizi yoğurmamız gerekiyor. Örneğin Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatıyla ilgili her sene bir kitap okumalıyız ki O gönüller sultanının yaşadıklarını kendimize örnek alabilelim. İslam alimlerinin hayatlarını ve eserlerini okumalıyız ki yaşantımızı gözden geçirip kendimize çeki düzen verebilelim. İbretlik kıssaları okuyalim ki hayattan ibret alabilelim. Hayat kitabımız Kur'an-ı Kerim'i ve tefsirini okuyalım ki ayetleri kalbimize nakşedebilelim. Velhasıl kelam okuyalım okuyalım ve okuyalım... Ki birimize bin katabilelim. 




19 Ocak 2015 Pazartesi

Göktekiler ve Yerdekiler Kadar Kulluk Yapabiliyor muyuz?

O ayeti ilk okuduğumda çok etkilenmiş, bir insan olarak kendimden utanmıştım. Kainatın gözbebeği biz insanlar Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle “göktekiler ve yerdekiler” kadar kulluk yapamamıştık Rabbimize. Halbuki herşey önümüze serilmişti... Her istediğinizden alın, giyinin, kullanın, yeyin denmişti. Evren bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için var olmuştu. Meleklerden bile üstün seviyeye gelebilmemiz için itinayla hazırlanmıştı her şey. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen (Ahzab Suresi 72) emaneti biz seve seve kabul etmiştik. Onların kaldıramayacağı yükü omuzlanmıştık bile. Ancak bu yükü kaldırmayı bırakın, üzerimizde bir yük olduğunu bile unutur oldukMaalesef bizi yaratan Rabbimizi anlamıyor, O’nu tam anlamıyla tesbih edemiyorduk.


Bahsettiğim ayetin başlangıcı şu şekildeydi: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih etmektedir....” (Hadid Suresi 1). Rabbimiz bunu bize bildirdiyse eğer, bir insan olarak ibret almamız gereken çok şey var demekti. Biz insanız, insan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’in avucunda ve her yerde Rablerini zikreden çakıl taşları kadar olamadık. İnsan olduk ama gece gündüz Rabbini “Rahim” ismiyle zikreden bir kedi kadar olamadık. İnsan olduk ama “gak” diye duyduğumuz “Hak” sesiyle seher vaktini coşturan kargalar kadar olamadık. İnsan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’e salat ve selam getiren dağlar kadar olamadık. Efendimiz (s.a.v.)’e yakın olamadık, O (s.a.v.)’na yürüyen ağaç kadar, O (s.a.v.)’nun için gözyaşı döken hurma kütüğü kadar olamadık. 

Halbuki O’nun tek işaretiyle ikiye bölünmüştü dolunay. Ancak biz maalesef dünyayı sarmış, aleme yayılmış işaretlerini göremiyoruz o en Sevgili (s.a.v.)’nin. Hayatın karmaşasında Rablerini tesbih eden “cansız” diye adlandırdığımız varlıklar her an, her dakika mucizelerini bize gösterirken, Kur’an-ı Kerim her ayetiyle alemde olup biteni bize haber verirken, biz insanlar yüklendiğimiz sorumluluğun farkında değiliz maalesef.


Haydi uyanalım artık... Gözümüzü açalım ve izlemeye başlayalım güzellikleri... Rabbimizin isimlerini zikretmeye, O’nu tesbih etmeye davet ediyorum kendim dahil herkesi. O’na olan görevimizi hatırlayalım ve O’na olan teşekkürümüzü sunmaya başlayalım bugünden itibaren. Her gün O’nu tesbih eden çakıl taşlarını ayaklarımızla ezmeden önce bir kere daha düşünelim. Nahoş sesli olarak düşündüğümüz kargaları dinlerken duymaya çalışalım Rabbimizin ismini. O’nu zikreden ağaçların tatlı meyvesini yerken artık biz de analım Yaradan’ın adını. Ve Rasûl’e selam veren dağları düşünürken bir kere daha şükredelim yüce Rabbimize ve hep beraber diyelim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diye. Dolunay’a her baktığımızda Güzeller Güzeli (s.a.v.)’nin onda bıraktığı mucizeye hayran kalalım. Kısacası evrendeki her şeyin Rablerini tesbih ettiklerini düşünelim ve varlığımızı bir kere daha idrak edelim. İşte o zaman göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktuğu sorumluluğu bir nebze olsun yerine getirmiş olabiliriz.

Haydi bu çağrıya hep birlikte kulak verelim. Tüm cansız (!) varlıkların kulak verdiği gibi...


Not: Yazım faydalı içerikleri olan cocukaile.net sayfasında da yayınlanmıştır.

Küçük Mutluluklarla Ebedî Mutluluğa Yolculuk

Sıcacık bir yuvada yetişen bir çocuğun gözlerinin içine bir bakın... Ailesine güven bağıyla sımsıkı bağlanan ve anne babasından aldığı sevgiyi iliklerine kadar hisseden o çocuğun gözlerinde gerçek mutluluğu göreceksiniz...

Neden mi? Çünkü ailesinin ona hissettirdiği sevgi ve ilgi üstünkörü olmamıştır hiçbir zaman. Onu Allah'ın bir emaneti olarak kabul edip, bu hislerle ona hürmet eden bir anne babası vardır çünkü. Ona hiçbir zaman "sen çocuksun, anlamazsın, bırak şunu yapamazsın" sözlerinin ardındaki acizlik hissini yaşatmamış, bilakis ona geleceğin saygın anne babasıymış gibi davranmışlardır.

Kısacası yüce yaratıcının o minik yavruya verdiği değeri kendisine hissettiren anne baba olmuşlardır. İşte böyle bir ebeveynin elinde yetişen çocuğun gözlerinin içi güler. Gözlerin gülmesi de kalbin gülmesinin dışarıya yansımasıdır.

Velhasıl mutluluk küçüklükten başlar. Yeni bir oyuncağa sahip olmak bir çocuk için mutluluktur. Salıncakta sallanmak, ip atlamak, ıslık çalabilmek, sabunlu ellerini üfleyerek baloncuk yapmak, seksek oynamak, iki tekerlekli bisiklet sürmek, mahalle maçında gol atmak, dondurma yemek de bir mutluluktur.

Kurabiye hamurunu yoğurmak, yazın eve giren karıncaları saymak, uğur böceğinin rengini incelemek, bir gülü koklamak, rengindeki harikuladeliği farkedebilmek, derin derin nefes alırken içine dolan havayı hissetmek de mutluluktur bir çocuk için.

İç kaygılarından arınmış bir çocuk büyüyüp yetişkin olduğunda da bu küçük şeylerden mutlu olabilir. Yani bilinç altındaki üzüntülerden kurtulup, yaşadığı olumsuzlukları unutarak "O'ndan gelene razıyım"felsefesiylehayata tevekkül boyutundan bakabilen insan da mutlu olmayı başarabilir. Çünkü ona her verilenin ardında kendisi için bir hayr olduğunu biliyordur.

Ebedî mutluluğa kavuşmanın yaratıcısının razı olduğu hayatı yaşamak olduğunun da farkındadır. Bu farkındalıkla birlikte Rabbi'nin emirlerine uygun ve Nebî'sinin sünneti doğrultusunda kuracağı ailede yetişen evlatlara da örnek olacaktır.

Arkalarından da "Rabbim sen evlatlarımızı kendine layık bir kul, habibine layık bir ümmet ve çevresine faydalı bir insan eyle" diye hayr duada bulunursa, içinde hissettiği huzurla gerçek mutluluğa kavuşacaktır.

Yazım aşağıdaki sitede de yayınlanmıştır: