25 Aralık 2022 Pazar

Ne idik, Ne olduk? 1- Hediyeleşme Ahlakını Nasıl Bozduk?


Geçen gün izlediğim bir haber bu konuyu ele almama sebep oldu. Bir düğün sahibi, davet ettiği yakını düğününe icabet etmeyince o kişiyi icraya vermiş. Kendisi onun düğününe gidip takı taktığı ve o takıyı borç gördüğü için böyle bir hakkı kendinde bulmuş.

Dinimizde Peygamberimiz (sav), hediyeleşmenin öneminden bahsetmektedir. Hediyeleşme, insanlar arasındaki sevgi ve dostluğu geliştirir, muhabbeti arttırır. Kıskançlık, bencillik gibi kötü duyguları giderir hatta rızkın genişlemesine de vesile olur. (Muvatta, Hüsnü'l-huluk 16; Müsned, II/405; Tirmizî, Velâ, 6).


Ancak günümüzde, düğünlerdeki hediyeleşme adeti tabiri caizse insanların “baş belası” durumuna gelmiştir maalesef. Düğünde takılan hediye, düğün yapan kişiye yardım etmek ve onun bir eksiğini gidermek içindir. Ancak bu takılanı borç kabul etmek, aynısını beklemek, alamadığı durumda o kişiyi icraya vermek, dedikodusunu yapmak, küsmek gibi davranışlar bir müslümana yakışmaz. Herkesin maddi durumu farklıdır. Bir kişi diğerine büyük bir meblağ taktıysa, diğerinin de buna gücü yetmiyorsa ne yapsın bu insan? O hediyenin aynısını takmak için borç mu alsın? Takamazsa da mahçup olsun öyle mi? 


Hediyeleşme konusunda “şarta bağlı hediyeleşme” anlayışını terketmek zorundayız. Bir zaman önce yakınımın çocuğuna hediye almıştım. Bir iki gün sonra da annesi benim çocuğuma o hediyeye benzer bir hediye getirdi. Sanki borç vermişim gibi… Açıkçası hediye aldığıma mahçup oldum. Oysa ki ben, o kişiden beklenti içine girerek almamıştım o hediyeyi. 


***


Bir de hediye beğenmeme mevzusu var ki bu da işin en kalitesiz boyutu. Ahlak sahibi bir insan aldığı hediye karşısında (büyük olsun, küçük olsun) sevinir ve memnuniyetini bir şekilde dile getirir. Bir defasında bir yakınıma kitap hediye etmiştim, memnuniyetsizliğini öyle bir dile getirmişti ki çok bozulmuştum. Bir başkasının evine ziyarete gittiğimde de çiçek götürmüştüm, yüzüne bile bakmamıştı. Bu olaylardan şunu öğrendim ki, büyük meblağlı hediye bekleyenler bu tür küçük hediyelerden çok memnun olmuyormuş. 


Buna benzer hadiseler maalesef çok fazla. Yapmacık bir teşekkür ederek hediye sahibinin arkasından “vere vere bunu mu vermiş?” gibi konuşmalar, “bak ben ona şunu veriyorum, bakalım karşılığında o ne verecek” gibi beklenti içine girilen düşünceler, “o bana vermedi, ben neden verecek mişim?” gibi söylemler, “şunu vereyim de daha arkamdan konuşmasın” düşüncesiyle verilen “sus payı” hediyeler, vs. müslüman ahlakına uygun olmayan durumlardır. Şarta bağlı hediye veren biri “sevap”tan mahrum kalır ve bu tür hediyeleşme durumları fitneyi ortaya çıkarır. Tabii işin sevap durumunu düşünen kaldıysa…


Bu durumların eşler arasında yaşanması ise daha kötüdür maalesef. Bir çikolata da hediyedir, pahalı bir takı da hediyedir. Pahalı bir hediye beklentisiyle yada hediyeyi beğenmeyerek eşi zor durumda bırakmaya ne hacet? “Yine becerememiş hediye almayı”, “bu çiçeği getireceğine şunu getirseydin ya?”, “benim zevkimi bilmiyor musun?”, “şu takıyı istemiştim senden hatırlamıyor musun?” gibi konuşmalar hiç yakışık almıyor. Böyle olunca da özel günler sıkıntıya dönüşüyor.  


İnsanların giderek birbirinden uzaklaştığı, muhabbetin azaldığı, samimiyetin kaybolmaya yüz tuttuğu bir zamanda hediyeleşme mevzusunu da bu duruma getirdik ya daha ne diyeyim bilmiyorum. Gerçekten dünya yaşanmaz bir duruma doğru gidiyor maalesef. Allah sonumuzu hayr eylesin.



Foto: pixabay.com 


24 Aralık 2022 Cumartesi

Ne idik, Ne olduk?

 


Uzun zamandır aklımı kurcalayan bazı durumları bu yazı dizisinde toplamak istedim. “Ne idik, ne olduk?” derken biz müslüman kişiler olarak Peygamberimiz (sav)‘den ve kültürümüzden aldığımız güzel ahlakı hayatımıza geçirmeye çalışan insanlardık. Ancak aradan geçen 1400 senelik sürede ahlak, örf-adet ve dini yaşantılar maalesef birbirine karışır oldu. Maddi çıkarlar ahlaki değerlerin önüne geçer oldu. Allah rızası için yapılması gereken davranışlar “desinler”e emanet edilir oldu. Böyle olunca da Müslüman insan şahsiyeti bocalar oldu ve maalesef bir girdapın içinde kaybolur oldu.


Bu kayboluş sebebiyle hayat daha bir zorlaşmaya, düzenler bozulmaya, samimiyet azalmaya ve sağlık da tehtid altında olmaya başladı. Nasıl ki toprakta yetişen bir ürünün kimyasını değiştirmek o ürünü yiyenin vücuduna zarar veriyorsa islamın kimyasıyla oynanınca da hayat zarar görmeye başlıyor. Nureddin Yıldız hoca bir sohbetinde şöyle demişti:


“Şehvetlerimiz (cinsel şehvet, para şehveti, gezme şehveti gibi), sinir sistemimiz ve arzularımız şeriat terbiyesinde olmalıdır. Aksi taktirde şeytan oraya nüfuz eder Allah muhafaza buyursun.” 


Yani düşüncelerimizde, davranışlarımızda, tavırlarımızda ve ahlakımızda islam ikinci planda kalıyorsa bastığımız zemin sağlam olmaz. Her an kayıp düşebiliriz.


Kafamızı ellerimiz arasına alıp şöyle bir düşünmeye ihtiyacımız var “ne idik ne oluk?” diyerek…



Foto: pixabay.com