16 Şubat 2008 Cumartesi

Kimseyi Üzmeyin, Herkesi Hoş Tutun


Yıllar önce okuduğum bir gazeteden kestiğim aşağıdaki yazı beni çok etkilemişti. Halis niyetli bir garibin Allah katında ne dereceye yükseldiğini gösteren müthiş bir kıssa Ebulleys-i Semerkandî’nin anlatımı ve Eşrefoğlu Rûmi’nin aktarımıyla şöyle başlıyor:

Efendim yıllar ama uzun yıllar evvel Bağdatlı hacı adayları Dicle kenarında buluşurlar. Ortalık ana baba günüdür. Ağlayanlar, gülenler, el öpenler, el öptürenler, halleşenler, helalleşenler. Nitekim vedalaşır, yola koyulurlar. Kervanda zengin bir tüccar vardır ki maiyeti ordu gibidir. Rahvan devesinin üzerindeki muhteşem mahmulüne kurulur, postlar, yastıklar arasına oturur. Peşinde aşçılar, seyisler, yamaklar… Elinin altında kütür kütür meyveler, serin sular… Her molada çadırını kurarlar. Uyurken başını bekler, yelpaze sallarlar.

Kaç konak giderler bilinmez ama molanın birinde, saf görünüşlü bir garip dikkatini çeker. Tüccar sesine abartılı bir ton oturtarak “Ooo” der, “Sen de mi?” Muhatabı kısık, kırık bir sesle “Niyetlendik bir kere” der, “Yüce Mevlâm nasip ederse”.
-          Eee yola çıktığına göre kemerini altınlarla doldurmuşundur artık.
-          Allah ne güzel vekildir. O herkesin rızkını verir.
-          Amenna! Ama parasız da olmaz ki.
-          Eh, olduğu kadar.
Yol uzun ve meşakkatlidir. Zengin sıkıldıkça garibe sataşır, onu makaraya sarar. Adamları kurulmuş zemberek gibidir, her şeye gülmeye hazırdırlar. Kahkahadan kırılır, eğlendiklerini sanırlar. Beriki mahzûn bile olmaz. Kasıklarını tuta tuta gülenleri melûl melûl seyreder, hatta içinden “Allah iyiliğinizi versin” der, “Hep böyle neşeli kalın e mi?”
Her ne kadar “ömür biter, yol bitmez” deseler de yol biter, Mekke’ye gelirler. “Filan zaman filanca yerde buluşmak üzere” der ayrılırlar. Artık herkes başının çaresine bakar, üçer beşer dağılıp kalabalığa karışırlar. Aradan haftalar geçer. Belirlenen yer ve günde buluşurlar. Şimdi münevver Medine’yi ziyaret etmeli, sonra Bağdat’a dönmelidirler. Zengin tüccar yorgun ve bitkindir ama saf garibi görünce neşelenir. Alaylı bir tonla laf atar:
-          Nasıl vazifelerini yaptın mı bari?
-          Yapmaya çalıştık işte.
-          Eee artık hacı oldun desene.
-          Eğer Allah kabul ederse.
-          İyi ama senin beratın nerede?
-          Ne beratı?
-          Bilmiyor musun Beyt-i Şerif’i ziyaret edenlere cehennemden âzâd olduğuna dair vesika verdiler. (Yanındakilere bir göz kırpar) Desene sen fırsatı kaçırdın. (Göğsünden herhangi bir kâğıt çıkartarak gösterir) Bak benimki burada.
-          Ama ben bilmiyordum ki.
-          Bilmiyorsun ama sormuyorsun da.
-          Peki ben ne yapacağım şimdi?
-          Otur derdine yan.

Tüccarın adamları şamata yaparlar. “Neyse canım üzülme” derler, “Nasıl olsa yolu öğrendin, seneye yine gelirsin.” Ardından kahkahalar patlar.
Garibim yıkılır. Ansızın kalkar, döner geriye. “Dur, gitme” diyenleri duymaz bile. Hacılar çekilmiş, kutlu mescid sakinlemiştir. Kâbe’nin yanı başına çöker ve iki gözü iki çeşme ağlayarak “Ya Rabbi” der, “biliyorum berâta layık değilim. Ama sen her şeye kadirsin!” Öylesine samimi yalvarır ve öyle içten ağlar ki anlatılamaz. Bu teessür ile bayılır gider. Kendine geldiğinde elinde dünyadakilere benzemeyen bir kâğıt vardır. Kardan beyazdır ve ipekleri andırır. Üstelik hiç duymadığı kadar güzel kokar. Üzerinde yeşil nurdan yazılar parlar ki, bakılmaya doyulmaz. Garibim sevinç içindedir. Koşa koşa kafileye yetişir. Dalkavukları tüccara kaş göz eder. “Bak seninki geliyor!” derler. Tüccar mal bulmuş gibi yoluna çıkar. “Nasıl beratını alabildin mi bari?” der.

Ama beratı görünce donar kalır. Nurdan harfleri heceleye heceleye okur. Bir anda beti benzi atar, rengi solar. Tam düşmek üzereyken onu yakalar, yere yatırırlar. Adamcağız çok pişmandır. “Vah bana” der, “Vah ki ne vah! malımı mülkümü her şeyimi versem şu harflerin noktasını alamam. Şimdi bu gurur beni mahvetmez mi?”

Garibim hâlâ saf, hâlâ samimidir. Hatta beratı ona verir. “İstiyorsanız sizde kalsın” der, “öldüğümde kabrime koyun yeter!”

Tüccar bu emaneti bağrına basar. Bağdat’a vardıklarında berat için nefis bir sanduka yaptırır ve evinin en mutena köşesini ona ayırır. Bakar bakar ağlar, o talihsiz günlerine yanar. Olacak bu ya onun Bağdat dışında olduğu günlerden birinde garip vefat eder. Tüccar bunu nacak dönüşünde öğrenir. Hemen sandukaya koşar, kilidi elceğizi ile açar ama berat yoktur. İşi çözmek için arkadaşının kabrine koşar. Tam toprağı eşelemeye başlamıştır ki omuzuna bir el dokunur. Döner, nur yüzlü bir zât ile karşılaşır. Manevi sırlara haiz olduğu yüzünden okunan meçhul veli “Hiç zahmet etme” buyurur, “onu beratından ayırmadılar”.