28 Mayıs 2008 Çarşamba

O'nu Seviyorum Çünkü O Sevgiyi Yarattı

Kıbrıs'a "yeşil ada" denilmesinin sebebini ilkbahar mevsiminde daha iyi anlamıştık. Her yer yemyeşil güzelliğiyle insanlara gülümserken rengarenk çiçekler baharın gelişini karşılıyordu sanki. Üniversite hayatını geçirmiştik orada ve oranın bu güzelliği yazmam için beni harekete geçirmişti. O güzelliklerin içindeyken duygularım bir kez daha coşkunluğa erişmişti. İşte o anda hissettiklerim:


Bahar mevsiminin her yeri çeşitli güzelliklerle donattığı şu günlerde çevreme şöyle bir bakıyorum. Uzun zamandır görmeye hasret kaldığımız güneş bize gülümserken, gökyüzü içimizi rahatlatan maviliğiyle bizlere merhaba diyor sanki; bin bir çeşit çiçekler o güzelim renkleriyle etrafa neşe saçarken, ağaçlar dallarından bal damlayan yemişlerini bizlere sunmak için birbirleriyle yarışıyorlar adeta.

Bu güzelliklerin içindeyken kainatın sahibinin bizlere müthiş bir dünya hazırladığını düşünüyorum ve var olan her şeyin bizim için düzenlendiği aklıma geliyor...İşte o anda, çevremizde algıladığımız tüm varlıklardan insana faydası olmayan bir şey var mı acaba diye soruyorum kendi kendime cevabın olumsuz olduğunu bildiğim halde...Ve sıralıyorum zihnimdekileri: Işık kaynağımız güneş, ay, yıldızlar, dağlar, taşlar, bitkiler, hayvanlar, rüzgar, yağmur, toprak, su, vb. Hepsi bizim için değil mi?

Daha sonra bu nesneleri Yaratan’ın onlara vazgeçilmez, olağanüstü bir duygu yüklediğini düşünüyorum...Nesiller boyunca hep diri kalan, varlığıyla kainata hayat veren, adına destanlar yazılmış, şarkılar söylenmiş ve O’nu sevenin kalbinden çıkıp bütün kainata, bütün canlılara yayılmış olan duygudan bahsediyorum, “sevgi”den, hayatımızdaki rolünün anlatamayacağımız kadar önemli olduğunu bildiğimiz o duygusal histen.

Sevgi, insanın güzellikleri sevmesidir bence. Sevmeyi unutmasının nedeni ise güzelliklere dikkat etmemesidir. Bahar sabahlarında ağaçların dallarına ve yapraklarına bakarken sevgiden gözleriniz yaşarabilir. Çimlerde hiç durmadan çalışan karıncaları seyre daldığınızda yüzünüzde hafif bir tebessüm bulabilirsiniz. Seyrinize seyriyle karşılık veren bir güvercininiz, sevginize sevgiyle karşılık veren bir kediniz olduğunda, onlara karşı içinizde anlatılması mümkün olmayan bir duygu hissedebilirsiniz.

Bal arısının dağ-taş demeyip gezerek birçok çiçeği dolaştıktan sonra bizler için yaptığı balı düşünüyorum da acaba biz kendimiz için bu kadar çalışıyor muyuz diye soruyorum kendi kendime. Ayrıca küçücük karıncaların biz insanların rahat yürüyebilmesi için, çimenlerden milyonlarca böcek temizlediği ve o hiç sevmediğimiz sivrisineklerin bile yüzlerce, binlerce bakteriyi yiyip yok ettiğini öğrenince tamamen kahroluyorum nankörlüğümü hatırlayarak. O an söz veriyorum kendime, artık hiçbir şeyden nefret etmeyeceğime, kendim için olduğu kadar insanlar için de bir şeyler yapacağıma, hayata olumlu yönden bakacağıma ve böcekleri öldürmeyeceğime:)


Bunları yapmaya karar verdiğim anda diğer insanlar geliyor hatırıma. Dünya’ya gözlerini kapamış, harikuladelikleri göremeyen, sevgi hislerinden yoksun insanlar...Güneş onlara tebessüm ederken somurtup yüzlerini çeviriyorlar farkında olmadan; saçlarını okşayan rüzgara lanet okuyorlar; bereket ve rahmet amacıyla kendilerini ıslatan yağmuru tersliyorlar; her gün, sabah-akşam pencerelerinde şarkı söyleyen kuşları fark etmiyorlar; kendilerinden ilgi bekleyen yavrularını başlarından savıyorlar sebepsiz yere ve her an her dakika kendilerini yalnız bırakmayan dostlarından bir tebessümü esirgiyorlar.

Maalesef, o duyguyu içlerine sindirememişler bir kere. Karşılarındaki olağanüstü fırsatları teperken, bizlere bahşedilen güzellikleri algılayamıyorlar. Bilmiyorlar ki evrenin varlığını besleyen ışığın berrak, aydınlık ve sevgi olduğunu; bilmiyorlar ki maddiyatla Dünya’yı satın alamasalar da sevgileriyle tüm evrenin onlara gönül rızasıyla kapı açacaklarını; bilmiyorlar ki bir çocuğu sevindirmenin kendilerine vereceği hazzı; bilmiyorlar ki küçük bir şeyden bile milyonlarca mutluluk doğabileceğini ve hayatlarının bu sayede mükemmel olacağını...Bilmiyorlar..

Keşke bilselerdi...Çiçekleri ve ağaçları sevebilmeleri için ürettiği oksijenden mahrum mu kalmaları gerekirdi? Gökyüzünün altında güvenli yürümenin mutluluğunu hissetmeleri için bir göktaşının mı düşmesini bekliyorlar? Her gün yanlarında oldukları halde kendilerinden bir tebessümü bile esirgedikleri dostlarına sevgilerini anlatabilmeleri için gurbete mi gitmeleri gerekirdi? En duygulu varlıkları olan çocuklarına karşı ilgili olduklarını belli etmeleri için başlarına kaza mı gelmesini bekliyorlar?

Son olarak sizlere birkaç soru yöneltmek istiyorum. Eğer bunlara olumlu cevaplar verebilirseniz ne mutlu size, ama veremezseniz de üzülmeyin, en kısa zamanda harekete geçerseniz mutluluğa giden yolda ilk adımı atmışınız demektir.

En son ne zaman bir dostunuza hediye aldınız? En son ne zaman pencerenize konan bir kuşa ekmek kırıntısı verdiniz? En son ne zaman yağmur altında dolaşırken içinizden mutluluk şarkıları söylediniz? En son ne zaman bir çiçeği incelediniz? En son ne zaman bir dostunuza onu sevdiğinizi söylediniz? En son ne zaman ailenize bugüne kadar sizin için yaptıklarından dolayı teşekkür ettiniz? En son ne zaman bir arkadaşınıza mektup yazdınız? Ve en son ne zaman kainatın sahibine sizlere sunmuş olduğu nimetlerden dolayı teşekkür ettiniz?

Sevgiyle kalın...

23 Mayıs 2008 Cuma

Anneler Günün Kutlu Olsun Anne


Bütün dünyada anneler gününün kutlandığı geçtiğimiz günlerde ilk defa anne olmanın sevincini yaşarken anneliğin ne denli önem arzettiğini bir kere daha kavradım. Bebeğimin dünyaya gelişi ailemizi mutluluğa boğarken kendi annem başta olmak üzere dünyadaki tüm anneler gözümde o denli yüceldi. Özellikle canım anneme olan sevgim kat kat arttı. Artık ben de bir anneydim ve annemin gözündeki yerimi çok daha iyi anladım. Demek o da beni canından sakınıyor, kılıma dahi zarar gelmesinden endişeleniyormuş. Tıpkı benim de bebeğime hissettiğim gibi.

Bebeğimin yüzüne bakarken Rabbimin mucizesine bir kere daha şahit oluyor, beni genç yaşta anne olmakla şereflendiren yüce Yaradan'a bir kere daha teşekkür ediyorum. O güzel surete karşı olan merhamet duygusu Rabbimizin biz kullarına olan rahmetini hatırlatıyor ve biraz daha ümitvar oluyorum aciz bir kul olarak. Annelik duygusunu yeni tatmış bir anne olarak annemin anneler gününü bir kere daha kutlarken onun için yazdığım yazımı ona armağan ediyorum:

"Üç ya da dört yaşlarındaydım sanırım ve o ânı dün gibi hatırlıyorum. Sıcacık sesiyle bana dua öğreten biri vardı karşımda. Sabırla bıkmadan, usanmadan duayı tekrarlatan bir sesi vardı. "Rabbena firliğ" duasıydı okuyup tekrarlattığı. Kulaklarımda hâlâ çınlıyor o güzel kelimeler. "Ey Rabbimiz ! Hesap günü geldiğinde beni, anne ve babamı ve bütün mü'min kardeşlerimi bağışla" diyordu duanın tercümesi. Evet anne, o sıcacık, samimi bir şekilde bu duayı bana öğreten ses sana aitti. Hayattaki eğitimimi aldığım aile okulundaki hocamdın sen benim. Bana iyiyi, doğruyu öğreten, yanlış yaptığımda uyaran, ben üzüldüğümde içten içe üzüldüğü halde bana belli etmemeye çalışan bir anne oldun... Yıllar önce çocuk masumiyetiyle yanlış olduğunu bilmeden yaptığım davranışların hata olduğunu hatırlatan bir anne oldun... Gittiğin Kur'an toplantılarına beni de götürüp o manevi havayı teneffüs etmemi sağlayan bir anne oldun... Bana sonsuz güven veren ve senin yaptıklarına sonsuz güvendiğim bir anne oldun... Senin beni ne denli sevdiğini anne olduğumda çok daha iyi anladım. Çünkü ben de kendi yavrumu o denli seviyorum.

Hiçbir zaman üzmek istemedim seni. Benim yüzümden üzülmeni ise hiç istemedim. Üzüntülerimi sana anlatmak istemedim hiç sen üzülmeyesin diye. Seni çok seviyorum anne.. Bu sevgiyi kalbimin derinlerinde yaşatsam bile senin gibi bir annem olduğu için çok mutluyum. Benim için çırpınışını, ben üzgünken üzüldüğünü hisstettiğim zaman çok üzülüyorum ve mahçup oluyorum seni üzdüğüm için. Ama çok şükür Rabbimize ki ben mutluyum sen olduğun için, beni dinleyen, gözetip koruyan ve beni bugünlere getiren canım annem sen olduğun için çok mutluyum. Ve sanırım Rabbim bizi çok seviyor ki hayattaki engelleri O'nun sayesinde aşıyoruz muhakkak. Ve inanıyorum ki yaşadıklarımızın ardındaki gerçekler ve sırların hepsi O'nun bizim için çizdiği kader doğrultusunda gidiyor, hepsi de bizim için hayırlısı ne ise onu vermesinde saklı.

Rabbim seni bütün kötülüklerden korusun anneciğim, başımızdan eksik etmesin. Her daim O'nun rızası doğrultusunda giden ve iki cihan saadetine mazhar olan kullarından eylesin. (amin)
Son kez sana olan sonsuz sevgimle haykırıyorum seni sevdiğimi.. Anneler günün kutlu olsun.."

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Bir Çocuğun Kaleminden Peygamber Sevgisi


Medine'de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz,  işinin son günü sabah mesaisinde,  kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulüllah'ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etmiş ve Cennetül Bakiye defnedilmişti. Ailesi de mecburi istikamet Türkiye'ye dönmüştü. Kardeşimiz vefat ettiğinde 7 yaşında olan oğlu,  bugün ortaokul öğrencisi. Okulunda, kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve bu makale birincilik almış. Her okuyuşunuzda gözlerinizi dolduracak ve bir orta okul öğrencisinin ne denli bir peygamber aşığı olduğuna hayret edeceksiniz. İşte o güzel yazıyla sizleri başbaşa bırakıyorum:

PEYGAMBER SEVGİSİ

Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde. Bir ilkbahar günü, güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmışım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş.                               

Babam gelip de,  daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de senin Hane-i Saadetine yapmışım. İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen, hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben.

Belki seni çok tanımazdım ama, sanki bana çok, çok yakınmışsın gibi severdim seni. Senin evini her ziyarete gelişimizde seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik. Çocuklar evde sıkılınca babaları parka,  eğlence yerlerine götürsün isterler. Ama biz Medine'de yaşadığımız  surece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız, acaba hiç sıkılmaz mıydı ? Sanırım Medine'deki hiç bir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü,  orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi. Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kim bilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde,
    - Babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye. Babam da
    - Evladım Medine'de iki tane güneş var da ondan, derdi.
     - Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim.
Babam gülerek,
     - Bak yavrum, doğru söylüyorsun, bütün  dünyayı ısıtan  bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan  ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabi hoşuma giderdi ve ısınırdım.


Gerçekten de ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşin de, sıcaklığın da içimizi ısıtıyordu. Medine'den ayrıldığımızdan  beri belki ayaklarımız  ısınıyor  ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Geri ışığı, ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı.

Bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilal-i Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık. Büyük sütunların altından gelen soğuk havadan, saçlarımızı savur turduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakin olun, onlar Ebu Hureyre’ nin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Çünkü, sen çok iyi bir ev sahibiydin.


Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhud'da yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda  sanki orada seni görür gibi olurduk. Uhud dağı da senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.
İşte benim yedi senem,  ki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde, sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti.

Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım, bir parçam orada kalmıştı.

Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam,  bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Ta ki, güneşin içimi ısıtana kadar. Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de ısıtıyor işte. Çünkü benim ruhum, doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın.

Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki, ne olur ben sana gelemesem bile, sen beni hiç bırakma.  Işığınla gecelerimize nur ol.


Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medine’deyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, ara sıra da olsa evimizi şereflendiriver.

Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni  çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız  babacığım.

Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum.  Ama ben çok şanslıyım, çünkü, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin.
Medine'den ayrıldığımızdan beri, sanki sen hep yanı başımızdaymışsın  gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ediyorum. Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken ağabeyimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım.  Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde bende kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte simdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı. 

Evet, demiştim ya, bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı.                                                     
Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bile, bizi bırakmayacağını biliyordum.

Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz senin sıcaklığınla  ısınır. Bir gün sana gelişim geç bile olsa. Gül bahçenin mermerlerinde yalın ayak koşmak, tek arzum olsun. Ta ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp  kavrulsun. Terliklerimi bıraktığım o güzel mabet son durağım olsun.

Nebi Muhammed Doğanay