17 Şubat 2023 Cuma

Miraç Gecesi Belaların Def’ine Kapı Açabilir

 


Miraç olayının öncesinde Peygamberimiz (sav) hayatının en zor dönemlerinden geçmişti. Peş peşe eşini ve amcasını kaybetmiş, o yılı “hüzün yılı” olarak adlandırmıştı. Bu olayın ardından, islamı yayma noktasında belki bir “umut” olur neticesinde gittiği Taif’te taşlanmıştı. Dönüşünde ellerini açarak ve acziyetini belirterek Rabbine yalvarmıştı. Sonrasında, Rabbi O’nu miraç gibi büyük bir mucizeyle katına almıştı. Mesafeleri aşmış, göklere yükselmiş, yaradanıyla görüşmüş ve birçok hediyelere mazhar olmuştu.


Beş vakit namaz, verilen hediyelerden biriydi. Diğer hediye ise, Allah’a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesiydi. Bir başka hediye, Bakara sûresinin Âmenarrasûlü denilen son ayetleriydi.


Biz de şu anda ülke olarak zor dönemlerden geçiyoruz. Deprem hadisesi birçok eve ateş düşürdü. Hepimizin yüreğini yaktı. Yakınları olmayanlar bile hüzün ve korku içerisinde…


Bu elim hadiseden sonra gelen Miraç gecemizle kendimize dönelim. Bu olayın sonunda Allah’ın rahmet kapıları açılacaktır inşallah. 


Bize hediye edilen namazla Allah’a yalvaralım. Kardeşlerimizin maddi-manevi sıkıntılarının giderilmesi, zorluklarının kolaylaşması, sağlıklarına kavuşmaları ve vefat edenlerin ilahi lütuflara mazhar olmaları için dua dua yalvaralım Rabbimize… Efendimiz (sav)’in ruhaniyetiyle bağ kurarak “salavat” getirelim. Günahlarımızdan arınalım tövbe-istiğfar getirerek… Estağfirullah, Ya Tevvab, Ya Afüv  tespihlerini çekelim yüzlerce kez… Kardeşlerimize olan sadakalarımızı çoğaltalım. Verilen sadakaların malımızı eksiltmeyeceğini bilakis çoğaltacağını unutmayalım.


Tövbe istiğfarlarla ve vereceğimiz sadakalarla belalar def olacaktır inşallah.


Ve gece sonunda miraçta hediye edilen Âmenarrasûlü’yü okumadan yatmayalım. Bunu her gün alışkanlık haline getirelim. 


Ayette geçen duanın sanki sıkıntılarımıza derman niteliğinde olduğunu hatırlayalım… Şöyle ki:


“Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!”


Foto: behance.net

6 Şubat 2023 Pazartesi

Ne idik, Ne olduk? 4 - Sıla-ı Rahim Nerede Kaldı?


Bu aralar hangi ortama girsem aynı muhabbet yapılıyor: “Hiç görüşemiyoruz”


Kardeşimin nikahında, nikah şahidi olan bir bey şöyle bir konuşma yapmıştı: “Biz geleneklerimize, örf ve adetlerimize birbirimize bağlı bir milletiz. Ve bu bağlılıktan dolayı bizde aile kavramı sadece karı-kocadan oluşan çekirdek aileyle sınırlı değildir. Biz anamızla, babamızla, dedemizle, ninemizle, bacımızla, kardeşimizle bir aileyiz.”


Geniş bir aileye sahip olan biri olarak bu açıklamalar hoşuma gitmişti. Nitekim öyle bir zamana geldik ki bir telefona bile muhtaç bıraktık büyüklerimizi.


Cuma günleri hanımlarla bir yerde toplanıp Kur’an okuyoruz. O günü sabırsızlıkla bekleyen yaşlı bir teyze var. Kadıncağız yalnız yaşıyor ve anlattığına göre çocuklarına hasret kalmış. Bir gün toplanamayacağımızı söylemek için telefonla aramıştım teyzeyi. Birkaç dakika sonra da program değişti ve “toplanacağız teyze, gelirsin” diye tekrar aradım. Kadıncağız gelince küçük kızıma harçlık verdi “sen aradın ya çok sevindim” dedi.


Bizler belki ev işi, çocukların okul telaşı, vs derken bazı şeyleri unutur olduk. Yaşadığımız pandemi süreci de insanları birbirinden koparmaya başladı. Bu da belki üst aklın üzerimizde oynadığı bir oyundu, bilemeyiz. Birileri bizi yönetip korku psikolojisine hapsetti ve birbirimizden kopardı maalesef. Bazıları hastalık korkusundan dolayı birbiriyle görüşmemeye başladı. Görüşmek isteyenler de karşı tarafın hassasiyetinden dolayı uzak kalmaya başladı. Böyle olunca oyunda üzerimize düşen görevi bir güzel oynadık.

Pandemi de belki uzaklaşmak için bahane oldu. Zaten sanal ortamdan beslenmeye başlayan bizler misafir kabul etme, hasta ziyaretine gitme, düğünlere iştirak etme, cenaze taziyesinde bulunma, asker uğurlamasına katılma, arayıp hal hatır sorma, vs gibi aslî görevlerimizi unutur olduk. 


İslamın kimyasıyla oynanmaya başlanmıştı demiştim bu yazı dizimin ilkinde. Misafirliğe giden ne yiyip içtiğine bakarsa, akraba arasında yapılan bir hata karşısında özür dilemek yerine ateşe körükle gidilirse, laf atışmalar çoğalırsa, bozulan aile hayatını düzeltmeye çalışan büyükler bulunmazsa, küçük büyüğüne saygı duymaz, büyük de küçüğüne sevgi göstermezse, çocuklar karşılarında örnek alacakları abi-abla-kuzen göremezlerse, sürekli eleştirilere muhatap olurlarsa, hediyeleşme ahlakı bozulursa, herkes önceliği sadece kendine verirse, bencillik artarsa, samimiyet azalırsa, dedikodu çoğalırsa islamın kimyası bozulmaya başlar. Kimyasal bağların birbirinden kopması gibi insanlar arasındaki bağlar da kopar. Ortada sıla-ı rahimden eser kalmaz. Sadece kendi nefsini tatmin etmeye çalışan ve sonrasında da rızık ve sağlık endişeyle ortada dolaşan insancıklar oluşur. 


Halbuki islamın özüne insek, Peygamber Efendimiz (sav)’in şu sözlerine kulak versek bu kadar açıklamaya bile gerek olmadığını görürüz. Şöyle buyuruyor Allah Rasûlü (sav): 


“Rızkının geniş ve ömrünün uzun olmasını isteyen sıla-i rahimde bulunsun, akrabâ ve dostlarını ziyâret etsin, onlara iyilikte bulunsun.” (Buhârî, Edeb, 12)


“Karşılık bekleyerek sıla-i rahim yapan, akrabâyı ziyâret eden bunu lâyıkıyla yapmış sayılmaz. Asıl erdemli kimse, kendisine gelinmese de ziyâret ve ilişkiyi devâm ettirendir.” (Buhârî, Edeb, 15)


Hepimiz bir yerden başlayalım vesselam…


Foto: istockphoto.com