23 Haziran 2023 Cuma

O (sav)’nun Zamanında Yaşama Düşüncesi

 


Peygamberimiz (sav) bizim canımız, cananımız… Yolumuz O’nun yoluna feda olsun… O’nu o kadar çok severiz ki, “Keşke O’nun zamanında yaşamış olsaydık” diye bir düşünce geçer içimizden bazen. Acaba O’nun zamanında yaşasaydık hangi tarafta olurduk? Haydi gidelim o zamanlara… Mekke ve Medine günlerine…


İslamiyetin ilk günleri… “La ilahe illallah” diyenler işkenceler altında… Maddi durumu iyi olanlar ve himayesi olanlar biraz daha rahat. Ama ne kadar rahat Hz. Ebûbekir’den öğreniyoruz. O büyük sahabi Mekke’nin ileri gelenlerinden, yönetimde söz sahibi olanlardan, okuma yazma bilenlerden, şairlerden, zenginlerden, kısacası hatırı sayılır kişilerden… Ancak o bile bu işkencelerden payını alıyor. Mekke’nin kötüleri Peygamberimiz (sav)’i ortalarına alıp hakaret ederlerken Hz. Ebubekir gelip “Rabbim Allah’tır dediği için birini mi öldüreceksiniz?” deyince, o kötüler bu sefer Hz. Ebubekir’i bayıltana kadar dövüyorlar. Uyandığı zaman ilk sorduğu şey “Rasulallah nasıl?” oluyor.


Şimdi kendimizi bugünlerde hayal edelim. Acaba hangi birimiz katlanabilirdik o sıkıntılara? 


Halimiz vaktimiz yerinde, bir elimiz yağda, bir elimiz balda bir hayatımız varken Allah’ın Rasûlü olduğunu söyleyen Biri (sav) çıkıyor ve O’na inanmamızı istiyor. Acaba biz Hz. Ebubekir gibi hayatımızı kolaylıkla değiştirebilir miydik?


Yada ailemize çok bağlı olduğumuzu varsayalım. Ailemizin savunmadığı bir dini, onları karşımıza alma uğruna, evimizden kovulma uğruna savunabilir miydik Ebû Ubeyde gibi? Peki Bedir’de babamıza karşı savaşabilir miydik? Yoksa “benim ailemin dediği her zaman doğrudur” deyip islamı boş mu verirdik?


Sokakta gezerken bir bakanı kendimize bir daha baktıran, birbirinden güzel kıyafetlerle herkesin gözünü alan lüks içinde bir yaşantımız varken, bu hayatı elimizin tersiyle itip “Senin yanındayım Ya Rasûlullah” diyebilir miydik Mus’ab b. Umeyr gibi? Yoksa “bu dünyaya bir daha mı geleceğim” deyip o güzeller güzeline arkamızı dönüp gider miydik?


Ebû Cehil gibi islama ateş püsküren bir amcamız varken, evimizde sürekli islam karşıtı konular konuşulup, Peygamberimizle ilgili kötü planlar yapılırken biz bunlara kulak asmayıp gerçeği öğrenmek için acaba Rasulullah’ın kapısına gider miydik? Sonrasında evimizi İslamiyete açıp Daru’l Erkam yapabilir miydik Erkam b. Ebu’l Erkam gibi? Yoksa “Mekke’nin liderlerinden olan amcamın dediği doğrudur” deyip Rasulullah’a düşmanlık mı beslerdik?


Köle olsaydık mesela… İnsan yerine konulmadığımız bir zamanda, islamı kabul ettiğimiz anda başımıza gelecek türlü işkenceleri tahmin ettiğimiz halde iman ettiğimizi haykırabilir miydik Bilal-i Habeşî gibi?


İşkenceler başladıktan sonra yerde kızgın kumlarda yatarken, üzerimizde kızgın bir kaya varken ve önümüze “buna tapacaksın” diye bir put uzatılmışken, o kara yüzlü insanlara “Allah birdir” diyebilir miydik o büyük sahabi gibi?


Sevdiğimiz topraklarımızı islam için terk edebilir miydik? Mallarımıza, evimize el konulmasına göz yumabilir miydik? Tüm mal varlığımızı Hz. Hatice gibi, Hz. Ebubekir gibi islam için harcayabilir miydik? 


Onlar hayatlarını adadılar islama. Biz ise yapmamız gereken sorumlulukları dahi yapmazken “keşke o zamanda yaşasaydık” diyoruz. O zamanda yaşayıp da Ebû Leheb gibi olsaydık ne olurdu sonumuz? Bunu Tebbet sûresine soralım…


Atalarımızın dinine karşı çıkan müslümanlara işkence yapan pozisyonda da olabilirdik Ebû Cehil gibi, Umeyye b. Halef gibi, As b. Vail gibi…


Bedir’de münafıklara uyup geri dönenlerin safında da olabilirdik.


Efendimiz (sav)’in bedduasına muhatap da olabilirdik. 


O sebeple bu zamanda yaşadığımıza şükredelim. Müslüman olarak doğduk elhamdülillah ve O (sav)’nu canımızdan çok seviyoruz. Kardeşiyiz biz o güzeller güzelinin. Şöyle ki…


Hayatının sonlarına doğru Peygamber Efendimiz (sav) ashabına dönerek:


“Kardeşlerimi çok özledim” deyince ashabı:


“Biz senin kardeşin değil miyiz ya Rasulallah?” diye soruyorlar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav):


“Siz benim ashabımsınız. Onlar beni görmedikleri halde bana iman ettiler. Sesimi işitmedikleri halde davetime koştular. Benimle aynı zemini paylaşmadıkları halde sanki ben içlerinde yaşıyormuşum gibi benimle beraber yaşadılar.”


Ve sonunda bize şöyle bir dua ediyor Allah Rasulü (sav):


“Allahım! Beni görmedikleri halde bana iman eden iman kardeşlerimin yaptıkları BİR İYİLİĞİ ON KATIYLA SEVAPLANDIR.”


Sahabe de “amin” diyor.


Bu duanın muhatabı olmaya özen gösterip hayatımızı O’nun yoluna adamak için uğraşanlardan olabiliriz inşallah…



Not: Muhammed Emin Yıldırım hocanın sohbetlerinden alıntılar yapılmıştır.

Foto: istockphoto.com 


14 Haziran 2023 Çarşamba

Şahit Olduklarım ve Ben

 


Bir gün yüzü olmayan bir insana şahit oldum. Yüzsüz diyorlar sanırım bu kişilere… Hatalarının hayasını geçtiğini anladığım için konuşma gereği bile duymadım. 


Bir zaman sonra gururlu bir insanla karşılaştım. Etrafındaki insanları bir nokta gibi gören, dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü zanneden, sadece kendi söylemlerinin doğru olduğuna inanan biri… Böyle bir kişinin yanında sessiz kalmanın en doğru şey olduğunu düşündüm.


Başka bir gün ise, arkadaşının yüzüne çok iyi davrandığı halde arkadan bir düşman edasıyla konuşan birini tanıdım. Diyecek bir şey bulamadım. 


Gün geldi, doğup büyüdüğü toprakları küçümseyecek kadar burnunun havalarda olduğu, sonradan görme zenginler tanıdım. Estetikli burunlarını ön plana koyarak çektikleri fotoğraflarına bakakaldım sadece…


En acı olan ise bir babaya olan şahitliğimdi… İşini halletmek için o anda yalan söylemesi gerekirken söylemeyen çocuğuna ateş püsküren bir baba… Sonra çocuğuna baktım… İçinde biriktirdiği öfkenin kaynağını farkettim. Onu anlamaya çalıştım…


Başka bir gün bir hocaya şahit oldum. Şahit olduklarımı söylemek bile içimden gelmiyor. Amacı Allah’ın dinini dünyaya yaymak olan biri hakkında konuşmak bana düşmez dedim kendi kendime…


Dünya bu şekilde dönüp giderken çok güzel insanlarla da karşılaştım elhamdülillah. Mesela, ağzı dualı yaşlılar, verdiği borcu helal eden zenginler, haline şükreden, kalbini sadece Allah’a dayayan fakirler, yedirmeyi seven kerim kişiler, her hafta düzenli hasta ziyareti yapan aileler, sıla-ı rahimi önemseyen babalar, kendisinin olmasa bile başkasının mutluluğundan mutlu olan kardeşler, ütü yaparken bile hadis ezberi yapan mü’mineler, sabah namazında okuyabilmek için Yasin sûresini ezberlemeye çalışan saliha hanımlar, kendinden küçükleri arayıp hal hatır soran nene ve dedeler, komşusu açken tok yatamayanlar, faize hiç bulaşmayanlar, başkasının hidayeti için çırpınanlar…


Bu son yazdıklarımdan sonra içim rahatladı. Bir oh çektim. Sonra da dönüp şöyle bir kendime baktım. İyileştirmem gereken huylarım varken etrafla çok ilgilenmemem gerektiğini farkettim. Bu farkındalığımı sürdürebilirim inşallah…


Foto: pixabay.com

11 Haziran 2023 Pazar

Put Kırmaya Var mısınız?


Peygamber Efendimiz (sav) Mekke’yi fethettiği zaman Kabe’nin içinde ve dışında olan putları kırarak Kabe’yi putlardan temizlemişti. Mekke dışında bulunan üç büyük putu kırmaları için de üç büyük sahabiyi görevlendirmişti. (Halit b. Velid’i Uzza putunu, Amr b. As’ı Suva putunu, ensardan olan Said b. Zeyd’i  Medineliler’in büyük putu olan Menat putunu kırdı.)

Onlar bu putları kırarlarken “la ilahe illallah”a gönülden iman ediyorlardı. “La ilahe” ile “kalbimizde artık put yok” sözünü ikrar ederken,  “illallah” ile “yalnızca Allah vardır” cümlesini iliklerine kadar hissediyorlardı. O sebeple “la ilahe illallah” cümlesi zikirlerin en efdaliydi Rasulullah (sav)’ın söylemiyle… Bu sözü söyleyene cennet garantisi vardı. Ama Ebû Cehil ve diğerleri bunu kolaylıkla söyleyemiyorlardı. Çünkü söyleyen kişi bu sözün hakkını vermeliydi, hayatını değiştirmeliydi, putları tamamen reddederek iman etmeliydi.


Biz ise “la ilahe illallah” zikirlerinin çatısı altında doğduk elhamdulillah. Anne karnındayken belki duyduk o sesi... Doğduktan sonra kulağımıza o ses söylendi. Namazlarda tekrarladık defalarca… Ama anlamını tam kavrayabildik mi acaba? Yani biz kendi içimizdeki putları kırabildik mi? Yoksa daha fazla put mu ürettik kendimize?


İsmet Özel, Üç Zor Mesele isimli kitabında şöyle diyor:


“Modern zamanda ateizmin gerçek yüzünü putperestlik şeklinde görmek mümkün olmuştur. İnsanlar artık aya, güneşe, Lât ve Menât putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar.”


Biraz dikkat edersek ne kadar çok şeyi putlaştırdığımızı, Allah’a kul-köle olmamız gereken yerde nelere kul-köle olduğumuzu bulabiliriz.


Nefsimize şöyle bir soralım: Hayatta en fazla önem verdiğimiz şey nedir?


Kimimiz para diyecektir, kimimiz makam-mevki, şan-şöhret… Bir diğeri bilgi diyecektir, öbürü akademik kariyer… Biri fiziki güzellik diyecektir, diğeri soy-sopa, ana-baba ve çocuğa bağlılık…. Biri hayatını “el ne der” anlayışıyla yaşamak diyecektir, diğeri “sadece ben”…


Bu saydıklarım ve sayamadıklarım eğer Allah’ın rızasının önüne geçiyorsa maalesef putlarımız oluşmaya başlamış demektir. Yani para, şan-şöhret, güzelliğe bağlılık, el ne der anlayışı vs. şeyler put olmuştur. Düşünebiliyor musunuz çocuğumuzu ve ana babamızı putlaştırdığımızı? Bunlar dışında, temizliğe adadığımız evimiz, uğruna kendimizi kaybettiğimiz futbol, “her şeyin doğrusunu o bilir” diye yücelttiğimiz devlet adamları ve bağlandığımız ideolojiler de put olmuştur.


Burada bize düşen putlardan nefsimizi arındırmak olmalıdır. Belki de, Efendimiz (sav)’in putları kırarken söylediği “Hak geldi, batıl zail oldu. Batıl zail olmaya mahkumdur. (İsra, 81)” ayetini orjinalinden günde birkaç defa tekrarlamak kalbimizdeki putları kırmamızı kolaylaştırır. Ne diyeyim, denemekte fayda var…


Foto: istock.com