7 Ağustos 2020 Cuma

Çocuklarımız Geçmişimizden Ne Kadar Haberdar?

Üniversite eğitimi için Kuzey Kıbrıs’ta bulunduğum dönemlerde Kıbrıs Türkleri’ni daha yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Kıbrıs Barış Harekatı öncesinde Türkler ile Rumlar bir arada yaşarken aralarında büyük sıkıntılar baş göstermeye başlamış, Türkler Rumlar’ın eziyet ve işkencelerine  maruz kalmışlardı. Vaziyet öyle acıydı ki Yunanistan’ın da desteğiyle Rumlar Türkler’i adanın çok küçük bir kısmına sıkıştırmış, dış dünyadan soyutlamış, haberleşme ve irtibatlarını kesmiş ve ağır ekonomik baskı uygulamışlardı. Kıbrıs’ın tamamen kendilerine ait olmasını istiyorlardı çünkü. Barış harekatı sonrasında Türkler’in büyük çoğunluğu kurtuluşu Avrupa ülkelerine gitmekte bulmuşlardı. Geride kalanlar yaşadıklarını unutmamış, Rumlar’a olan düşmanlıkları devam etmişti. Ancak Avrupa’ya gidenlerin çoğu Avrupalaşmış, arkalarından gelen yeni nesil ise vatanperverlikten, milli ve dini duygulardan uzaklaşmaya başlamıştı. 


Orada bulunduğum 2003’lü yıllarda Türklerle Rumlar arasındaki sınır kapılarının açılmasına yönelik iki taraf arasında referandum yapılmıştı. Sonuç ise anlattıklarımı doğrular nitelikteydi. Referandum sonucuna göre Kıbrıs Türkleri’nin %65’i sınır kapılarının açılmasına “evet” oyu kullanırken, Rumlar’ın %75’i “hayır” diyordu. Yani Rumlar Türklerle yaşamayı kesinlikle istemezken, Avrupalaşma hevesiyle dolu Kıbrıs Türkler’i Rumlar’la bir araya gelmek için can atıyordu.


Bunların yanında Rumlar çocuklarını tam bir Türk düşmanı olarak yetiştirmeye başlamış, aile içinde ve okullarda bunu sürekli dile getiriyorlardı. Çünkü onların “Megalo Idea” denilen bir ideolojileri vardı (Maddelerine bakabilirsiniz). Bu maddelerden biri Kıbrıs’ın tamamen Rumlar’a verilmesi ve diğer en önemli madde de İstanbul’un Türkler’den alınıp Bizans’ın yeniden kurulmasıydı. Ve bu ideolojiyi gerçekleştirmek için toplumun en küçük fertlerini Türk düşmanı olarak yetiştirmeye gayret ediyorlardı. Hatta uydurdukları bazı efsaneleri okul kitaplarında okutarak çocukların beynini yıkıyorlardı. Bu efsanelerden şöyle örnek verebilirim:


Balık Kızartma Efsanesi


Efsaneye göre, Sultan İkinci Mehmed’in kuşatmayı başlattığı günlerde bir papaz göl kıyısında balık kızartıyormuş. O sırada yanına gelen biri, Osmanılar’ın şehre girmek üzere olduklarını söylemiş. Papaz kendinden emin şöyle konuşmuş:


“Türkler hiçbir zaman şehre ayak basamazlar. Buna inanmam için bir tarafı kızarmış tavadaki balıkların canlanarak suya atlamaları lazım. Türkler’in lehte girmesi bu kadar imkansızdır.”


Demesiyle birlikte yağda bir tarafı koşarmış yedi tane balık bir bir canlanıp patır patır göle atlamış. İşte o yarı kızarmış balıklar hâlâ o gölün içindeymiş. Rumlar İstanbul’u geri alıncaya kadar gölde yaşayacaklar, şehir tekrar Rumlar tarafından alınınca bir papaz balıkları gölden çıkaracak ve öbür taraflarını da kızartacakmış. 


Yarıda Kalan Ayin Efsanesi 


Fatih, Ayasofya’ya girdiği sırada büyük ayin varmış. Osmanlılar, ayini idare eden papazı yakalamak istemişler. Papaz can havliyle duvara atılmış. Duvar bir kapı gibi iki yana açılmış ve papaz oradan geçip kurtulmuş. Osmanlılar şaşırıp kalmışlar. Sonra duvarı yıkmayı denemişler ama başaramamışlar. Günün birinde papaz duvardan çıkacak ve 29 Mayıs 1453 günü başladığı ayini bitirecekmiş. İşte o gün Rumlar tekrar İstanbul’a sahip olacaklarmış.

(Kaynak: “Fatih Sultan Mehmed” , Yavuz Bahadıroğlu)


Hal böyleyken Türk tarafında neler yaşanıyordu acaba? Konuyu sadece Kıbrıs Türk’ü açısından ele almak istemiyorum. Biz Türkler’in vatanımızı müdafaa için nelerden feragat ettiğimiz ve vatanımız için canımızı seve seve verdiğimiz doğrudur. Vatan, millet sevgisiyle doluyuz çok şükür. Ancak bu konuda eksik yanlarımızın da olduğunu varsayalım...


Geçmişini yalanla besleyen bir haçlı zihniyet evlatlarını bu şekilde yetiştirirken, kaynağını doğruluktan alan ve şanlı bir medeniyete sahip olan bizler yavrularımıza bir Alparslan’dan bahsediyor muyuz acaba? Sözünün gücüyle ordusunu titreten, aklının gücüyle askeri konumlandıran, bileğinin gücüyle savaşan ve karşısında ordusundan üç kat daha fazla düşman olmasına rağmen Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açan o koca yürekli komutandan... Karşısında öldürülmeyi bekleyen Bizans İmparatoru’nu serbest bırakacak kadar merhametli olduğunu çocuklarımıza anlattık mi acaba?


21 yaşında “Fatih” olan II. Mehmet’in İstanbul sevdasının ardında acaba annesinin bebekken söylediği İstanbul ninnileri olabilir miydi? İçinde hayır ve hasenatın konuşulduğu, kubbelerinin Kur’an sesleriyle dolduğu, kazaya namaz bırakma alışkanlığının olmadığı bir evde dünyaya geldiğini anlattık mi yavrularımıza?


Peki Tarık bin Ziyad’ı tanıyor mu evlatlarımız? Endülüs’ün fatihini? Hani 500 sene İslamla nurlanan, sonra haçlılara kurban olan o muhteşem ülkeyi biliyorlar mı? 


Peki Selahaddin Eyyubî’yi biliyorlar mı? İslam’ın ilk kıblesi ve mukaddes belde Kudüs haçlıların elindeyken rahat uyku uyumadığını ve bizim de uyumamamız gerektiğini söyledik mi yavrularımıza? 


Peki Çanakkale’deki Seyid Onbaşı’dan kaç defa bahsettik? Yaptığı kahramanlık mermiyi kaldırırken televizyonda gördükleri o kareden mi ibaret sadece? Ona o gücün ne için verildiğini biliyor mu yavrularımız? 


Peki Bedir’i biliyorlar mi? Bir avuç İslam ordusunun yok olmaması için gök kapılarının açılıp meleklerin yeryüzünü şereflendirdiğini biliyorlar mı? Yani kısacası amaçları, hedefleri ve tek gayeleri  Allah rızası olduktan sonra kendilerine de tüm kapıların açılacağından haberleri var mı yavrularımızın?


Bahsettiğim tüm bu şanlı komutanlar bizim dedelerimiz elhamdülillah. Biz onları yavrularımıza anlatmazsak ufuklarını genişletemeyiz, bir hedef oluşturamayız, vatan sevgisi aşılayamayız. Sonra ne mi olur? Birileri çıkar “Zulüm 1453’de başladı” yazar duvarlara... İstanbul ağlar, Endülüs ağlar, Kudüs ağlar, Mekke ağlar, Medine ağlar...


Haydi bir nur parlatalım yavrularımızın kalplerinde. Ve onların geleceklerini ağlatmayalım.


24 Temmuz 2020 Cuma

Ayasofya Ümmeti Kucaklıyor




Bugün 24 Temmuz 2020... Tarihi bir günü yaşıyoruz. 86 yıllık hasretin sona erdiği gün. Ayasofya Camii‘nin Ümmet-i Muhammed'i kucakladığı gün... Yıllar sonra cuma namazı kılmak için gelen insan seli 350 bini aşmış görünüyor. Egemenliğimize kavuştuğumuz gündür bugün. Fatih'in mirasına sahip çıktığımız gündür. Kubbesinde yazılı olan "Allah yerlerin ve göklerin nurudur" ayet-i kerîmesine mazhar olduğumuz gündür. Yerlerin ve göklerin Nur'a gark olduğu, farklı bir rahmet rüzgarlarının estiği şu Zilhicce günlerinde meleklerin dualarına "amin" dediğimiz gündür. İstanbul'un mihmandarı Ebû Eyyüp el-Ensari'nin, Akşemseddin'in, Molla Güranî'nin, Fatih'in, Mimar Sinan'ın ve Ayasofya'nın açılması için özlem duyan ve dualarıyla bu diyarlardan göçüp giden birçok kutlu insanın ruhaniyetlerinin de namaza durduğu gündür bugün.

Fatih Sultan Mehmed Han'ın camiye çevirdiği bu kutlu mabed, geçmişinden bugüne kadar tevhid inancına kapı açmış bir mabeddi. Binlerce yıl önce Allah'ın Peygamber'i Hz.Davud'a gönderdiği Zebur'un, Hz.İsa'ya gönderdiği İncil'in okunduğu bir yerdi. Şimdi ise artık gerçek vatanına kavuşuyor. Peygamber'imiz Hz. Muhammed'e gönderilen Kur'an-I Kerim ayetleri yükseliyor Ayasofya'dan. Bir vakıf malı olan bu kutlu mekan artık açılıyor. Lanetten kurtulduğumuz, yer ve gök kapılarının açıldığı bugünden sonra ülkemizi güzel günler bekliyor olacağı inancındayım.

Çok şükür Ya Rabbi... Sana binlerce kez hamdü senalar olsun. Sen bugünü bizlere gösteren devlet büyüklerimizden razı ol. Ülkemiz artık büyüyor. Dünya devletleri arasında yerini almaya başlıyor. Sen ülkemizin İslamın sancaktarlığını yapmasını nasip eyle. Sen ülkemizi tüm afetlerden muhafaza eyle. Üzerimizde oynanan tüm oyunları altüst eyle. Ve başımızdaki reisi Cumhur'umuzu bütün kötülüklerden koru. Ona Fatih'in gücü gibi güç, Fatih'in inancı gibi inanç, Fatih'in gayreti gibi gayret, Fatih'in imanı gibi iman nasip eyle. Gücüne güç, gayretine gayret, imanına iman kat. Sen bizlere de milli ve dini değerleri bilen nesiller yetiştirebilmemiz için feraset ver. Amin amin amin...

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır 5

Tefakkkuh

Tefakkuh "fıkıh etmek" anlamına gelen bir kelimedir. "Fıkıh" kelimesi ise İmam-ı Âzam Ebû Hanife'nin tabiriyle "kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir". Tabii bunlar Kur'an ve sünnetin ışığında olmalıdır. 

Rabbimiz bizi dünyaya getirirken "akıl" gibi müthiş bir nimet vermiş ve bize yüklediği sorumlulukları yerine getirirken aklımızı kullanmamızı istemiştir. Dinden, imandan, kitaptan, peygamberden ve yaratıcıdan haberi olmayan, herhangi bir ülkenin balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir insan düşünün... Bu insanın bile aklını kullanıp Allah'ı bulma gibi bir sorumluluğu varsa, "elhamdülillah müslümanız" diyen bizler de üzerimize düşen fıkhî sorumluluğu yerine getirmek için çalışmalı, okumalı, dinlemeli ve öğrenmeliyiz.

Fıkıh ilmi ibadât (ibadetler), münakehat (aile hayatı), muamelat (sosyal hayat) ve ulubat (dünyevî cezalar) gibi konuları kapsamaktadır. Peki bu konuları nasıl anlamamız lazım?

Şöyle ki... Bir müslüman islama göre temiz olması için ne yapması gerektiğini fıkha başvurur. Namaz esnasında yaptığı hata sonucunda ne yapması gerektiğini fıkha başvurur. Kurban kesmenin bir gelenek görenek mi yoksa ibadet mi olup olmadığını öğrenmek için fıkha başvurur. Bunların yanında nikahla ilgili, boşanmayla ilgili, nafakayla ilgili, süt hısımlığıyla ilgili, kira ile ilgili, faiz ile ilgili, tazminat ile ilgili ve hatta interneti kullanmayla ilgili sosyal hayatta karşılaşılan birçok meselelerde fıkha başvurur. (İnternet Fıkhı konusunu özellikle araştırınız)

Fıkhı bilen bir müslüman hastalıktan dolayı oruç tutmasının mümkün olmadığı bir durumda ne yapması gerektiğini bilir. Fıkhı bilen bir müslüman tesettürünün vücudunun neresini setretmesi gerektiğini bilir ve ona göre giyinir. Fıkhı bilen bir müslüman, nikah akdi dışında yaşanan bir ilişkinin sonucunun kendisini nereye götüreceğini bilir. Fıkhı bilen bir müslüman, ağzından sinirle çıkan bir cümleyle eşinin kendisine uzun süre haram olabileceğini bilir. Fıkhı bilen bir müslüman, kocasının izin vermediği insanlara kapıyı açmaması gerektiğini bilir. Fıkhı bilen bir müslüman, üç günden fazla küs kalınmayacağını bilir. Fıkhı bilen bir müslüman, faizin kesinlikle haram olduğunu bilir. Fıkhı bilen bir müslüman rüşvet almayı ve vermeyi Allah'ın yasakladığını bilir. Fıkhı bilen bir müslüman çocuklarının üzerindeki haklarını bilir.

Kısacası hayatta var olduğumuz müddetçe attığımız her adımı Allah adına atmalı, yaptığımız her işi Allah rızası için yapmalı ve O'nun rızası doğrultusunda yaşamalıyız. O zaman başımıza gelen olumsuz olaylarda üzülmez, aksine sonucundan hayrlar çıkarmaya çalışırız. 
Şu anda içinde bulunduğumuz koronavirüs salgınına da fıkhın beş temel esasları yönünden bakabiliriz. 

Fıkhın beş temel esası şunlardır:
1. Hayatı korumak
2. Aklı korumak
3. Dini korumak 
4. Malı korumak
5. Nesli korumak

Eğer bu esaslar tehlikeye girerse dinimizce haram ve yasak olan şeylere bir süreliğine ruhsat verilir. Koronavirüs kapsamında camilerin kapatılması durumu da işte tam da bu konuyla ilgilidir. İnsanların salgın hastalığa maruz kalmasını önlemek için farz olan cuma namazları kılınmamaktadır. Böyle bir kararın alınması da fıkhın iyi bir şekilde uygulandığı anlamına gelir. Bazı müslüman ülkelerde olduğu gibi camilerde cemaatle namaz kılmaya ruhsat aramak hatta eyleme geçmek islamın iyi bilinmediğini gösterir.

O zaman her müslüman bir ilmihal kitabı karıştırmalı, kulaktan duyma bilgilerle yaşamamalıdır. Velhasıl kelam ibadetlerle ilgili fıkhi bilgileri öğrenmek her müslümanın üzerine farzdır. Bundan daha büyük bir hüküm de yoktur vesselam...

15 Mayıs 2020 Cuma

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır 4

Tezekkür Etmek
Tezekkür, kelime olarak unutulan bir şeyi hatırlama, zikretme, anma anlamlarına gelmektedir. Bu zamana kadar koronavirüs eksenli yazdığım yazılarda kendimizi şöyle bir gözden geçirip bu karantina günlerimizi rahmete çevirecek fırsatların olduğundan bahsetmiştim. Bu konuda geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin yaşantılarını tezekkür etmeye ne dersiniz? Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâla bizlere bu konulardan dafaatle bahsetmekte, ibret alıp almamak ise bize düşmektedir. Bu anlatılanlardan biri de Yunus peygamberin kıssasıdır. 

Bilindiği üzere Yunus peygamber kavmini yaklaşık 33 yıl Allah’a imana davet etmiş ancak kendisine çok az sayıda kişi (kaynaklara göre 2 kişi) iman etmişti. Bunun üzerine Yunus peygamber başlarına Allah’tan azap geleceğini haber vererek Rabbi’nin izni olmadan kavmini terketmişti. Bindiği gemi yalpalamaya ve dalgalarla mücadele etmeye başlayınca gemideki diğer insanlar aralarında günahkar birinin olduğunu düşünüp onu denizden atmaya karar vermişlerdi. Üç kere kura çekmişler ve her seferinde kura Yunus peygambere çıkmıştı. Yunus peygamber ise bunun ardındaki sırrı anlamış ve denize atılmaya razı olmuştu. 

O, Allah’ın peygamberi, karanlık gecede dalgalarla boğuşurken yüce Yaratıcı yardımına balığı göndermiş ve balığın karnını peygamberine mesken etmişti. Yunus’a zarar vermemesini emretmişti balığa... Yunus peygamber balığın karnında sürekli ama sürekli Allah’ı zikretmişti... “La ilâhe illâ ente subhâneke innî küntü minez’zalimîn” tesbihiyle... Şöyle ifade etmişti kendini; “(Ya Rabbi!) Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Şüphesiz ben (nefsine) zulmedenlerden oldum.” 

Ve Allah onu sıkıntıdan kurtararak selamete kavuşturdu. 

Nasıl ki Allah-u Teâlâ peygamberini bile işlediği bir zelleden dolayı böyle bir imtihana tabi tuttuysa, iman eden biz kullarını da imtihan etmektedir. Bu imtihanda tedbir içinde olmak, tevekkül içinde olmak, taakkul içinde olmak yada tezekkür içinde olmak bize bağlıdır. Yaşadığımız salgın hastalıktan dolayı tedbir alırken diğer taraftan Yunus peygamberin zikri de dilimize pelesenk olabilir. Nitekim Rabbimiz Yunus peygamberi bağışlama sebebini şu şekilde ifade ediyor Kur’an-ı Kerim’de:

“Eğer o çok tesbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar elbet onun karnında kalırdı.” (Saffat Sûresi 143-144)

Demek ki bu tesbih Allah indinde ne kadar değerli ki felah bulmaya vesile oluyor. Biz mü’minlere de Yunus peygamberin izinden şu müjdeyi veriyor Rabbimiz: 

“Nihayet (biz) de onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte, mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiya Sûresi 88)

Yani sıkıntılardan kurtulmaya vesile bir tesbih var karşımızda...Yunus peygamberden yadigar kalan bu güzel tesbihi biz de dilimize dolayalım. Her gün 100 tane 1000 tane çekemeyebiliriz. Ama 5 tane çekelim, her gün çekelim. Ne diyor peygamberimiz: 

“İbadetlerin Allah Teâlâ katında en sevimlisi, onların en ziyade devamlı olanıdır, velev ki az olsun” 

Nureddin Yıldız hoca bu duadan bahsederken, “Çaresizliğimizi Allah’a beyan ettiğimiz bir duadır. Mikroba karşı elimizi dezenfekte ettiğimiz gibi bu duayla da rûhumuzu ve maneviyatımızı dezenfekte ediyoruz.”

O halde, ruhumuzu ve maneviyatımızı bu zikirle dezenfekte etmeye ne dersiniz? Tamam diyorsanız, haydi bismillah...

1 Mayıs 2020 Cuma

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır 3

Teakkul Etmek

Bu seneki Ramazan ayının koronavirüs salgınıyla birleşmesinden dolayı bir sakinlik hâkim her yerde. Belki de tam da olması gerektiği gibi bir Ramazan geçiriyoruz. Şatafatlı ve gösterişli iftar sofralarından uzağız... Evimize davet ettiğimiz akrabalarımız için kılı kırk yararcasına hazırlamaya çalıştığımız ve belki de bu hazırlık esnasında namazlarımızı kaçırdığımız iftarlarımızdan uzağız... Özde manevi havayı soluma niyeti olsa da sonucu çevresinde kurulan alışveriş standlarını gezmeye dayalı camii ziyaretlerinden uzağız... Ramazan için çekilen televizyon programlarına katılıp yakınlarımıza selam göndermekten uzağız... Teravih namazlarında ses yaptığı için şaplak attığımız çocuklardan uzağız... Oruç babaya dilediğimiz dileklerin asıl sahibine arz edilmesi gerektiği düşüncesine yaklaşalım artık ve ne olur kendimize gelelim... Akledelim birşeyleri...

Her evden Allah'ın ayetlerinin yankılandığı Ramazan ayında artık kendi kendimize okur olduk mukabelelerimizi. Ve keşke bu Ramazan'da o ayetleri sanki bize iniyormuş gibi irdeleyerek okuyabilsek... Rabbimizin bize ne dediğini anlayarak okuyabilsek... Birkaç hatim yapıyorsak bunlardan birini de Türkçe meâlini okumaya ayırabilsek... Yada bir sûreyi eğrisiyle doğrusuyla öğrenmeye çalışsak... Bunun yanında salgına karşı Rabbimizin  "Muhafaza Ayetleri"ni Efendimiz (sav)'in musibet zamanında okunmasını tavsiye ettiği duaları da okusak... Ve bunların yanında Efendimiz (sav)'in hayatını da okusak veya dinlesek. 

Şu karantina günlerinde çok güzel programlar yayınlanıyor sosyal medyada. YouTube'da Siyer Tv'de yayınlanan "Herkes İçin Siyerprogramını tavsiye ederim. Bekir Develi'nin sunumu, Muhammed Emin Yıldırım Hoca'nın anlatımıyla otuz gün boyunca Peygamberimiz (sav)'in hayatı yayınlanıyor. Muhammed Emin Hoca, eskilerin bir musibetle karşılaştıklarında ya Buharî Şerif yada Şifa-i Şerif okuttuklarından ve Peygamberimiz (sav)'in anıldığı yere bereket yağdığından bahsetti. Bu söylemlerin hepimize örnek olacak nitelikte olduğunu umuyorum.

Haydi biz de okuyalım o zaman...
Başlayalım Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...
Ve devam edelim Rasulullah ile...

11 Nisan 2020 Cumartesi

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır 2

Tefekkür Etmek

Koronavirüs salgını dünyamızı tehdit etmeye devam ediyor. Birçok ülkede tedbirler alındı ve bu doğrultudaki uygulamalar devam etmekte… Biz Müslümanların bu konuda yapacağımız ilk şeyin bireysel tedbir almak ve devletin koyduğu kurallara uymak olduğunu buradaki yazımda belirtmiştim.

İkinci olarak yapmamız gereken şey ise tefekkür etmektir. Yani başımıza gelenlerin ilahi boyutunu düşünmek, geçmiş ümmetlerin yaşadıklarından ders çıkarmak, yaşadığımız bu olayda bizim de hata payımızın olup olmadığını farkına varmak, yanlışlarımızı görüp düzeltmek, şimdiye kadar yapmak isteyip de yapamadığımız müspet işleri yapmak tefekkür etmenin başlangıcı olabilir.

Bu salgın durumla karşılaştığımız ilk günler Allah’ın sabrının taştığı son noktada olduğumuzu ve ilahi bir azapla karşılaştığımızı düşünmüştüm. Ancak bazı ayetleri okuyunca, geçmiş tarihlerde yaşanılanlara bakınca ve bazı değerli kişilerin sohbetlerini dinleyince hâşâ Allah adına konuşmuş gibi hissedip kendimden utandım. Çünkü Müslüman bir insan her daim Allah’ın merhametinden ümidini kesmemeli ve yaşadığı her olumsuz durumu rahmete çevirebilmelidir.

Prof. Dr. Mehmet Görmez hoca “Coronavirüs Özelinde Musibetleri Okuma Usûlü” başlıklı videosunda bu konuya çok güzel açıklık getirmiş. Sohbetinin hepsini dinlemenizi tavsiye ederim. Ben burada bir kısmını aktarmak istiyorum. Şöyle diyor Görmez hoca:

“İlahi vahyi bir bütün olarak ele aldığımızda, insanı, vahyi ve kainatı birlikte ele aldığımızda bu tür musibetler birer ilahi adet değil, birer ilahi ayettir. Bazen öfkeyle iddia edildiği gibi bu tür hadiseler ilahi bir azap değildir. Fatır Sûresi 45. Ayette bakınız Rabbimiz ne buyuruyor:

“Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı.”

Fussilet Sûresi 46. ayette Rabbimiz açıkça şöyle buyuruyor:

“Allah kullarına zulmedecek değildir.” (Fussilet Sûresi 46)
Birilerinin zaman zaman haddi aşarak iddia ettiği gibi bu bir kıyamet de değildir. Çünkü kıyametin bilgisi hiçbir zaman hiçbir peygambere dahi verilmemiştir.

Kur’an’a göre başımıza gelen bu musibet tam da bir ayettir. Ayetin sözlük manası işarettir. Her mü’min bu işaretten farklı bir ibret çıkaracaktır. Allah’ın “İbret alın ey akıl sahipleri!” emri tam da bu konulara yöneliktir. Nitekim yüce Kur’an tarihte yaşanan en büyük musibet olan Nuh’un tufanını dahi bir musibet olarak değil, bir ayet olarak adlandırmıştır. “Ve böylece biz onu ibret için bir ayet yaptık.” (Ankebut Sûresi 15)

Bu musibet bir ilahi ayet olarak okunduğunda;

Bazıları bunun sebebini insanlığın dünyayı hoyratça kullanmasına bağlayacaktır haklı olarak. Bazıları dünyanın artık insanı taşıyamaz hale geldiğinden söz edecektir ve bunu sebep olarak gösterecektir haklı olarak. Kimileri bunu yıllardır Arakan'da, Doğu Türkistan'da, Suriye'de, Yemen'de yaşanan insanlık trajedilerine bağlayacaktır. Kimileri ise ülkelerin sınırlarını kapatmalarını gariban Suriyeli muhacirlere kapılarını kapatmalarına bağlayacaktır yine haklı olarak. Bazıları mazlum Suriyeliler üzerinden yürüyen küresel çatışmalara bağlayacaktır. Bazıları da Akdeniz'in sahillerine vuran çocuk cesetlerinde arayacaktır bütün bunların sebeplerini. Bazı insanlar bu haz ve hız çağında insanın kendini, evini, kalbini, ruhunu, Rabbini unutmasına bağlayacaktır haklı olarak. Kendimizi evimize kapatmamızın sebebini eşimizi, ailemizi, çocuklarımızı çok ihmal etmemize bağlayacaktır. Bazı mü'minler Kabe'nin, Mescid-İ Nebevi'nin, Mescid-İ Aksâ'nın, camilerin, cumaların kapılarını yüzümüze kapatmalarını onları ihmal etmemize hatta bu büyük Mukaddes'e mekanları yad ellere terk etmemize bağlayacaktır. Kimi mü'minler de umreye, hacdan hacca, cumadan cumaya günahlarımızı affettirmenin mümkün olmadığına bağlayacaktır. Kimileri bunu Afrika'daki yıllardır açlıktan ölen çocukların o duymakta zorlandığımız âhına bağlayacaklardır. Bazıları içine kapandığımız karantinayı on yıldır Gazze'nin muhasarasına bağlayacaktır. Kimileri de Allah'ın rızkı olarak verdiği helal ve temiz gıdaları terk etmekte arayacaktır.

Eğer biz bunları doğru okursak ve bütün bu başımıza gelenleri "ayet" olarak değerlendirirsek bütün bu anlamlar doğru olacaktır. Ve bu zengin anlamlar haritası insanlığı kendisi üzerinde yeniden düşündürecek ve yaşadığımız bu musibeti rahmete dönüştürecektir.

Böyle okunduğunda her insan kendisiyle yüzleşecektir. İnsan dünyayla ilişkisini yeniden gözden geçirecektir. İnsan eşiyle, dostuyla, ailesiyle ilişkilerine çeki düzen verecektir.

Namütenahi zengin anlamlar dünyasını terk edip bu tür musibetleri belli bir kişiye, belli bir olaya, belli bir topluma bağlamak, ilahi azap ve kıyametle izah etmek sonsuz ayetleri okuyamama manasına gelir. Ve bizi ibretten koparır, ibarelere mahkum eder.”


şeklinde ifade etmiş Mehmet Görmez hoca. Rabbim tüm bu yaşanılanları ayet olarak görüp kendimize ibret çıkarabilmeyi ve rıza-ı ilahi doğrultusunda hayat sürmeyi cümlemize nasip etsin.

4 Nisan 2020 Cumartesi

Koronavirüs Ekseninde Müslümanca Tavır - 1

Tedbirli Olmak

Yaklaşık üç ay önce ortaya çıkmış, gözümüzle bile göremediğimiz küçücük bir mahlukla mücadele halinde dünya. Öyle bir duruma gelindi ki hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Okullar kapandı, sınırlar kapandı, camiler kapandı, AVM'ler, sinemalar, tiyatrolar, eğlence yerleri kapandı. Velhasıl herkes evine kapandı. Hayat durma noktasına geldi ve birçok tedbir alındı. Alınan bu kadar tedbir ne içindi peki? Cevabı çok basit... Hayatta kalabilmek için... Devlet, en aslî vazifesi olan milletinin yaşamını güvende tutma görevini yapmak için bu kadar önlem ve tedbir almışken bizim yapmamız gereken de bunlara itaat etmektir. Bahsi geçen önlemler ve uyulması gereken kurallar her gün tv kanallarında defalarca hatırlatılıyor. Burada onları tekrarlamama gerek yok. Benim burada altını çizmek istediğim nokta bir müslümanın böyle mücbir durumlarda nasıl davranması gerektiğini hatırlatmaktır. Eğer biz Allah'a inanan ve O'nun emirlerini yerine getirmek için çalışan müslümanlarsak, bu konuda da hassasiyet gösterdiğimiz taktirde alacağımız önlemler ibadet hükmüne bile geçebilir Allah'ın izniyle.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Allah'a isyanı emretmedikçe emire itaat etmek müslüman kişiye haktır. Allah'a isyanla emredene itaat yoktur."

Bugün yaşadığımız olayda bu hadisten anlamamız gereken şey, devlete ve aynı zamanda sağlık otoritelerine itaat etmektir. Bedenimizi bize emanet olarak veren Rabbimiz onun hesabını da muhakkak soracaktır. Bu sebeple bu konuda sağlık otoritelerinin emrinin dinin emri gibi olduğunu söylüyor hocalarımız. Gün geçtikçe ve alınan tedbirler arttıkça insanlar daha fazla dikkat eder oldular. Ancak ilk günlerde maalesef bu hassasiyet yoktu. Biz sadece kendimizi düşündüğümüz için değil, çevremizi de düşünerek hareket etmeliyiz. Şu anda bize söylenen şey, önemli bir durum olmadıkça evlerimizden çıkmamamız gerektiğidir. Vakanın ilk günlerinde yaptığımız gibi "ne olacak canım" diyerek eski hayatımızı sürdürmeye devam etmeseydik, sahiller boşalmış diyerek keyfi piknikler yapmasaydık, uzun alışverişlerimizi kısaltsaydık, akraba ziyaretlerimizi erteleseydik belki bu kadar yayılmasına sebep olmayacaktık. Allah aşkına bazı insanların parka gitmelerini engellemek için bankların sökülmesi mi gerekiyordu? Bu kadar mı düşüncesiz insanlar olduk biz? 

Açıkça bahsetmek gerekirse tedbirsiz davranmaya devam edersek nereden geldiği bilinmeyen bir virüse "merhaba" demek zorunda kalabiliriz. Hatta sadece tanışmakla kalmaz, eşimize, çocuklarımıza ve yakınımızdakilere de tanıştırabiliriz. Ve sonra ne olur sizce? Ya 
iyileşiriz yada ölürüz. Ancak ölmek çözüm değil ki... Böyle bir salgın hastalıktan şehit olarak ölmek de mümkün, tedbirsiz davranarak ölmesine sebep olduklarımızın hesabını vermek de... Ahirete inanan müslümanlar olarak bir yavrumuzun vücudunu virüsle tanıştırdığımız için Allah'ın bize hesap sormayacağını mı sanıyoruz? Bize emanet olarak verdiğini söylediği kendi canımızın hesabını veremeden virüsü bulaştırdığımız yavrumuzun canının hesabını nasıl vereceğiz peki? 

Peygamberimiz (sav), "Şayet bir yere veba (bulaşıcı hastalık) olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Sizin bulunduğunuz bir  yerde meydana gelmiş ise oradan da ayrılıp çıkmayın." diyor. Yabancı basın bile Efendimiz (sav)'in temizlik ve salgın hastalıklarla ilgili tavsiyelerini koronavirüs ekseninde haberlerine taşıyorsa, mensubu olduğumuz İslam dinine uyup Müslümanca tavır sergilemek en çok bize yakışır. Bu sebeple şu anda yapmamız gereken evde kalıp tedbir almak ve durumu düşünüp tefekkür etmektir. Nitekim Peygamberimiz (sav) eşi Hz. Aişe (ra)'nin rivayet ettiği bir hadisinde tâun hastalığından bahsederek şöyle buyurmaktadır: 

"Tâun hastalığı, Allah Teâla'nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü'minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah'tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir."
(Buhârî, Tıb 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92-95)

Tâun yani vebâ hastalığı zamanında kitle halinde ölümlere sebep olan bulaşıcı bir hastalıktı. Günümüzde yaşadığımız koronavirüs salgınını bu şekilde değerlendirebilir hadisten kendimize ders çıkarabiliriz.