25 Aralık 2022 Pazar

Ne idik, Ne olduk? 1- Hediyeleşme Ahlakını Nasıl Bozduk?


Geçen gün izlediğim bir haber bu konuyu ele almama sebep oldu. Bir düğün sahibi, davet ettiği yakını düğününe icabet etmeyince o kişiyi icraya vermiş. Kendisi onun düğününe gidip takı taktığı ve o takıyı borç gördüğü için böyle bir hakkı kendinde bulmuş.

Dinimizde Peygamberimiz (sav), hediyeleşmenin öneminden bahsetmektedir. Hediyeleşme, insanlar arasındaki sevgi ve dostluğu geliştirir, muhabbeti arttırır. Kıskançlık, bencillik gibi kötü duyguları giderir hatta rızkın genişlemesine de vesile olur. (Muvatta, Hüsnü'l-huluk 16; Müsned, II/405; Tirmizî, Velâ, 6).


Ancak günümüzde, düğünlerdeki hediyeleşme adeti tabiri caizse insanların “baş belası” durumuna gelmiştir maalesef. Düğünde takılan hediye, düğün yapan kişiye yardım etmek ve onun bir eksiğini gidermek içindir. Ancak bu takılanı borç kabul etmek, aynısını beklemek, alamadığı durumda o kişiyi icraya vermek, dedikodusunu yapmak, küsmek gibi davranışlar bir müslümana yakışmaz. Herkesin maddi durumu farklıdır. Bir kişi diğerine büyük bir meblağ taktıysa, diğerinin de buna gücü yetmiyorsa ne yapsın bu insan? O hediyenin aynısını takmak için borç mu alsın? Takamazsa da mahçup olsun öyle mi? 


Hediyeleşme konusunda “şarta bağlı hediyeleşme” anlayışını terketmek zorundayız. Bir zaman önce yakınımın çocuğuna hediye almıştım. Bir iki gün sonra da annesi benim çocuğuma o hediyeye benzer bir hediye getirdi. Sanki borç vermişim gibi… Açıkçası hediye aldığıma mahçup oldum. Oysa ki ben, o kişiden beklenti içine girerek almamıştım o hediyeyi. 


***


Bir de hediye beğenmeme mevzusu var ki bu da işin en kalitesiz boyutu. Ahlak sahibi bir insan aldığı hediye karşısında (büyük olsun, küçük olsun) sevinir ve memnuniyetini bir şekilde dile getirir. Bir defasında bir yakınıma kitap hediye etmiştim, memnuniyetsizliğini öyle bir dile getirmişti ki çok bozulmuştum. Bir başkasının evine ziyarete gittiğimde de çiçek götürmüştüm, yüzüne bile bakmamıştı. Bu olaylardan şunu öğrendim ki, büyük meblağlı hediye bekleyenler bu tür küçük hediyelerden çok memnun olmuyormuş. 


Buna benzer hadiseler maalesef çok fazla. Yapmacık bir teşekkür ederek hediye sahibinin arkasından “vere vere bunu mu vermiş?” gibi konuşmalar, “bak ben ona şunu veriyorum, bakalım karşılığında o ne verecek” gibi beklenti içine girilen düşünceler, “o bana vermedi, ben neden verecek mişim?” gibi söylemler, “şunu vereyim de daha arkamdan konuşmasın” düşüncesiyle verilen “sus payı” hediyeler, vs. müslüman ahlakına uygun olmayan durumlardır. Şarta bağlı hediye veren biri “sevap”tan mahrum kalır ve bu tür hediyeleşme durumları fitneyi ortaya çıkarır. Tabii işin sevap durumunu düşünen kaldıysa…


Bu durumların eşler arasında yaşanması ise daha kötüdür maalesef. Bir çikolata da hediyedir, pahalı bir takı da hediyedir. Pahalı bir hediye beklentisiyle yada hediyeyi beğenmeyerek eşi zor durumda bırakmaya ne hacet? “Yine becerememiş hediye almayı”, “bu çiçeği getireceğine şunu getirseydin ya?”, “benim zevkimi bilmiyor musun?”, “şu takıyı istemiştim senden hatırlamıyor musun?” gibi konuşmalar hiç yakışık almıyor. Böyle olunca da özel günler sıkıntıya dönüşüyor.  


İnsanların giderek birbirinden uzaklaştığı, muhabbetin azaldığı, samimiyetin kaybolmaya yüz tuttuğu bir zamanda hediyeleşme mevzusunu da bu duruma getirdik ya daha ne diyeyim bilmiyorum. Gerçekten dünya yaşanmaz bir duruma doğru gidiyor maalesef. Allah sonumuzu hayr eylesin.



Foto: pixabay.com 


24 Aralık 2022 Cumartesi

Ne idik, Ne olduk?

 


Uzun zamandır aklımı kurcalayan bazı durumları bu yazı dizisinde toplamak istedim. “Ne idik, ne olduk?” derken biz müslüman kişiler olarak Peygamberimiz (sav)‘den ve kültürümüzden aldığımız güzel ahlakı hayatımıza geçirmeye çalışan insanlardık. Ancak aradan geçen 1400 senelik sürede ahlak, örf-adet ve dini yaşantılar maalesef birbirine karışır oldu. Maddi çıkarlar ahlaki değerlerin önüne geçer oldu. Allah rızası için yapılması gereken davranışlar “desinler”e emanet edilir oldu. Böyle olunca da Müslüman insan şahsiyeti bocalar oldu ve maalesef bir girdapın içinde kaybolur oldu.


Bu kayboluş sebebiyle hayat daha bir zorlaşmaya, düzenler bozulmaya, samimiyet azalmaya ve sağlık da tehtid altında olmaya başladı. Nasıl ki toprakta yetişen bir ürünün kimyasını değiştirmek o ürünü yiyenin vücuduna zarar veriyorsa islamın kimyasıyla oynanınca da hayat zarar görmeye başlıyor. Nureddin Yıldız hoca bir sohbetinde şöyle demişti:


“Şehvetlerimiz (cinsel şehvet, para şehveti, gezme şehveti gibi), sinir sistemimiz ve arzularımız şeriat terbiyesinde olmalıdır. Aksi taktirde şeytan oraya nüfuz eder Allah muhafaza buyursun.” 


Yani düşüncelerimizde, davranışlarımızda, tavırlarımızda ve ahlakımızda islam ikinci planda kalıyorsa bastığımız zemin sağlam olmaz. Her an kayıp düşebiliriz.


Kafamızı ellerimiz arasına alıp şöyle bir düşünmeye ihtiyacımız var “ne idik ne oluk?” diyerek…



Foto: pixabay.com 

12 Ekim 2022 Çarşamba

Hayatımızdaki Zor Sorular

 



Hayatta bazen olumsuzlukların üst üste geldiği anlarımız olur. Altından kalkamamadığımız, elimizden gelen bir şeyin olmadığı, yükün altında ezildiğimizi hissettiğimiz anlar… İşte böyle durumlarda “hayat imtihandır” sözü dilimize pelesenk olur. Ancak bu sözü ne kadar içselleştiriyoruz bir bakalım…

 

Ülkemizde yapılan imtihanları düşünelim. Liselere geçiş, üniversiteye giriş, yüksek lisans, doktora, KPSS, TUS, DUS, vs. Peki ne sağlıyor bu imtihanlar kişilere? Daha iyi bir mevki, makam, iş… Kısacası kariyer planları yükseldikçe imtihanların ağırlıkları da yükseliyor. Mesela tıp fakültesini okurken girilen sınavların ağırlığı, fakülteyi kazanmak için girilen üniversite sınavının ağırlığından fazladır. Ayrıca fakülteden sonra uzman olmak için girilen TUS sınavının ağırlığı, fakülte sınavlarının ağırlığından fazladır. Belli bir dalda uzman olabilmek için zorun zorunu geçmek şart. Kısacası dünyalık bir mevkiye yükselebilmek için girilen imtihanlar mevkinin derecesine göre zorlaşıyor.

 

Gelelim asıl meselemize… Dünyalık bir mevkiye yükselebilmek için bu kadar zor sorularla dolu imtihanlardan geçen bizlerin ahirette iyi bir yere gelmemiz de dünyada verdiğimiz imtihanlara bağlıdır. Her insanın imtihanı kabiliyetine ve kaldırma gücüne göre değişebilir. Kaldırma gücü yüksek olan kişilerin imtihanları daha ağırdır. Peygamberleri düşünün mesela. Her birinin yaşadığı zorlu hayat hepimize örnektir.

 

Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de bizleri imtihan edeceğini açıkça söylemektedir. Kimimizi malıyla, kimimizi evladıyla, kimimizi eşiyle, kimimizi sağlığıyla… Bu imtihanlar gençlikten yaşlılığa kadar devam etmektedir. Önemli olan kişinin imtihanda olduğunun farkına varıp sorulan zor sorulara vereceği cevapların Hak rızasına ve peygamber sünnetine uygun olan cevaplar olması gerektiğini bilmesidir. Cevaplar sabır, şükür, tevekkül, tövbe, ahlak güzelliği, vs şeklinde olabilir. Şunu da hatırlatalım ki bazılarına da nimetlerin en güzeli verilmekte olup o kişilerin “şükür” imtihanını yerine getirip getirmediği ölçülmektedir.

 

Saliha Erdim bir programda şöyle demişti:

 

“Allah zirveyi nasip edeceklerine yokuş tırmandırır ve kabiliyeti olanları sınava sokar. Kulları nasıl daha iyi kulluk edecekler bunu görsün diye olaylarla, kişilerle, kendisinin hassas olduğu, dayanıksız olduğu noktalarda canını yakacak darbeler nasip eder.”

 

Şimdi herkes kendine sorsun: “Hayatımızdaki en zor soru nedir?”

 

Bu soruya verilen cevaplar herkese göre farklılık gösterir. Sağlık sorunları, asi evlat, maddi sıkıntılar, kimsesizlik, fazla malın verdiği sıkıntı, zor eş, parçalanmış aile, kötü arkadaş, kötü komşu, anne babayla anlaşamama, kimseden destek görememe, anlaşılamazlık, yanlış anlaşılırlık vs.

 

Şimdi de bu soruları şöyle bir formalize ederek cevaplamaya çalışalım:


- Sana ard arda verilen sağlık problemleriyle nasıl mücadele ediyorsun? Günahlarının dökülmesine vesile bilip yeterince tövbe ediyor musun?


- Sana karşı asi olan yavruna tutumun nasıldır? Ona örnek bir Müslüman anne/baba olarak yaklaşabiliyor musun?


- Anne babana karşı sesini yükseltmemen gerektiğinin farkında mısın? Onlara karşı olan görevlerini yapıyor musun? 


- Sana verilen fazla malla ilgili üst üste yaşadığın sıkıntının altında yatan sebep sence nedir?


- Aynı kulvarda yürüyemediğin eşine karşı kendi tutumunu değerlendirir misin?


- Vefat eden yakınının üzüntüsüyle ölüme ne kadar yakın olduğunu idrak edip kendini toparlamaya başladın mı?


- Emrin altında çalışanlarına karşı adil misin?


- Para kazanma hırsıyla çalıştığın işin sebebiyle ertelediğin çocuk dünyaya getirme durumu acaba senin elinde mi? İstediğin vakitte sahip olamayacağını hiç düşündün mü?


- Bozulan psikolojinle başkalarına verdiğin zararın farkına varıp kendini düzeltme yöntemlerine başvurdun mu?


- Sana verilen sağlık emanetine sahip çıkıyor musun?


- Zekanı kaç faydalı iş için kullandın?


- Susmayı hiç denedin mi?


- Gözüne sahip çıkabiliyor musun?

 

Bu soruları çoğaltabiliriz. Tabii verilecek cevaplar herkesin kendine bağlı... Ancak her soruda bizi doğruya götüren tek bir yol vardır. Allah hepimize işte o “doğru yol”da olmayı nasip etsin…


Foto: pixabay.com

20 Eylül 2022 Salı

Anadolu’dan İzlenimlerim 7 - İnsan Canının ve Kadının Değersizliği

 



Anadolu insanının hepsi için geçerli olduğunu düşünmediğim bir konu bu… Ama bazı yerlerde sebebini tam olarak da anlayamadığım konulardan biri kadına verilmeyen değer ve insan canının kıymetsizliği… 


Eskilerden kalan adetlerin süregelmesinden midir yada babanın davranışlarının oğulda yansıması mıdır bilinmez. Babaların yanında “ayıp” diye sevilmeyen çocukların sevgisiz kalıp değer vermeyi öğrenememesinden midir o da bilinmez. Yani dinden gelen bir ritüel değildir cana ve kadına değer verilmemesi. Çünkü biz “Canınız size  Allah’ın emanetidir” diyen, çocuklarını, torunlarını herkesin yanında seven, eşlerinin her birine “en çok beni seviyor” hissini hissettiren bir peygamberin ümmetiyiz. 


O halde neden bu değersizlik? Evin geçim sorumluluğu erkeğe ait olmasına rağmen tarlada sabahtan akşama kadar çalışan, bunun yanında evini ve çocuklarını ihmal etmeyen kadına gereken değer neden verilmiyor? Karnında bebesini taşıyan bir anne biraz nazı hak etmez mi? Ona neden farklı bir muamele yapılmıyor? Tarladaki işi aksamasın diye bebeğini sütten kesen annelere neden yanlarındaki büyükler müdâhale etmiyor? Hâlâ var mıdır bilmiyorum “Çocuğumu doktora götürün” diye yalvaran bir annenin sesine kulak verilmemesi… Eskilerden çok varmış bu şekilde bebeğini kaybeden anneler. Hatta eşimin dedesi gurbetteyken 2,5 yaşındaki evladı vefat etmiş. Anneannesi doktora götürmek istese de büyükler izin vermemiş. Bundan habersiz evine dönen dedeye durumu babası haber vermiş. Adamcağız çok üzülmüş doğal olarak ve maalesef babasının azarıyla karşılaşmış. Neden mi? Çocuğunu babasının yanında sevmesi ayıp olduğu kadar çocuğunun ölümüne üzülmesi de ayıpmış. Ne acı olaylar yaşanmış ülkemizde ne acı… Ama bu acıları devam ettirmek de ettirmemek de bizim elimizde.


İşin ilginç yanı kadınlar da değersizliği o kadar içselleştirmişler ki canlarını dişlerine takmış, “beni görün artık” der gibi çalışıyorlar. Hasta olsalar doktora gitmek en son başvuracakları şey… Evdeki ilaçlarla yada kulaktan dolma bilgilerle başlarının çaresine bakıyorlar. Kendileri bu şekilde bir hayat felsefesi geliştirdikleri için eşini düşünen erkekler yada canının değerini bilen hanımları da kendi içlerinde yargılar durumdalar maalesef… Böyle olunca sıkıntıyı çeken kadın  bu duruma alıştığı için halinden memnun görünüyor. Sıkıntıyı çektiren erkek için de bu durum canına minnet zaten…


Yaşanan acılar değer yargılarımızı değiştirmelidir. Eğer bir şeylerin islamiyetten geldiğini savunarak hayatımızı düzene koyuyorsak bu yapılanların hiçbiri islamiyette yok! Eğer hayatımızı islama göre yaşamamayı seçtiysek bunları söylememin de bir anlamı yok! Herkes dilediği gibi yaşamada özgürdür…

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Anadolu’dan İzlenimlerim 6 - Türk’ün Güç ve Cesareti

 


90 Harbi zamanlarında düşman kuvvetlerine karşı direnip onları püskürten  Erzurum halkının kahramanlığını hepimiz biliriz. Özellikle Nene Hatun’u tanımayan yoktur. Gencecik yaşında bebeğini bırakıp düşman üzerine doğru koşan yiğit kadın… İşte Türk insanının cesareti ve gücü buralardan geliyor yada çok daha ötelerden… Bu topraklarda yetişen erkeklerin gücü kadar kadının da gücünü yok saymamak lazım… Hem bilek gücü hem yürek gücü… Evinde kaldığımız teyzemiz gençliğinde bir çuval çimentoyu omuzuna alıp nasıl taşıdığını anlattığında şaşırıp kaldım. Ülkemizin her bölgesinde yükleri sırtlayan kadınlar var. Karadeniz kadınından, Güneydoğusuna, Doğu kadınından Batısına kadar Anadolu’nun tüm topraklarındaki kadınların gücü ortada…


Motorlu taşıtların olmadığı zamanlarda tehlikeli köy yollarını günde kaç defa yaya gidip gelirlermiş. Yanlarında kendilerini koruyacak birileri olmadan… Şu zamanda biz çocuklarımızı o kadar kolluyoruz ki başlarına gelecek tehlikeyle nasıl başa çıkacaklarını bilmiyorlar. Bir yol kenarından yürürken, yokuş çıkarken hatta merdiven inerken bile ödleri patlıyor. (Tabii bizim çocukların böyle yerlerde yetişmemelerinden de kaynaklanıyor bu durum). Dağ yamaçları, uçurumlar, tehlikeli patikalarda yetişen kişiler her an ölümle burun buruna geldiklerinden korku duygusuyla baş etmesini öğreniyorlar. Cesur ve yiğit insanlar oluyorlar.


Anadolu topraklarında yetişen bu kişiler aynı Nene hatunlar gibi, Sütçü İmamlar gibi  düşmana kafa tutabiliyor, tankların altına kolaylıkla yatabiliyor, düşmanın safına elini kolunu sallayarak girebiliyor, mermiye karşı göğüs gerebiliyor ve ne pahasına olursa olsun vatanı düşmana teslim etmiyor.  İşte Türk’ün güç ve cesareti imanla da birleşince vatanı böyle kurtarıyor.

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Anadolu’dan İzlenimlerim 5 - İbadetten Sadece Kadınlar mı Sorumlu?

 


Anadolu’dan izlenimlerimden olumsuz olarak paylaşacağım bir diğer konu ise dini yaşantıyla ilgili… İbadetten sanki sadece kadınlar sorumluymuş gibi bir durum hâkim maalesef… Erzurum’da özellikle tesettüre riayet çok fazla. Ayrıca namaz da olmazsa olmaz ibadetlerden… Farzların yanında nafileler, kazalar kılınmaya çalışılıyor. Bir de oruç ibadetinin ayrı yeri var. Kadınlar, üzerlerine borç olmasa dahi hayatlarında bir defa kefaret orucu tutmaya çalışıyorlar… Bunun yanında Şevval ve Zilhicce oruçları da çok önemseniyor. Hava ne kadar sıcak olursa olsun taviz vermiyorlar bu ibadetten…


Ama iş erkeklere gelince aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. (Yani benim gördüğüm kısım diyeyim). Nedense erkeklerin önemsedikleri en önemli şeylerden biri hanımlarının tesettürü. Başında örtüsü, ayağında çorabı, sırtında yeleği olmalı… (Hatta eskiler mutlaka çarşaf giydirirlermiş.) Ancak iş kendilerine gelince onlar erkek adamlar. Erzurum merkezindeki büyük bir camiye gittiğimizde, ikindi namazını kılan erkekler sadece altı saftan oluşuyordu. Durum böyle olunca fazla söze ne hâcet?

28 Ağustos 2022 Pazar

Anadolu’dan İzlenimlerim 4 - Dedikodu ve Miras Meselesi

 


Anadolu’dan güzel izlenimlerimin yanında olumsuz gördüğüm bazı şeyleri de paylaşmak istiyorum. Maalesef küçük yerlerin büyük sorunlarından biri dedikodu ve miras meselesi Aslında bunlar herkesin ortak sorunu ama buralarda insanlar birbirleriyle sürekli iletişim halinde olduklarından daha fazla ortaya çıkıyor.

Aslında şunun farkına varabilsek… Rabbimiz kendine karşı yaptığımız hataları, pişmanlık duyup tövbe ettiğimiz taktirde affedeceğini söylüyor. Ama bir kul, arkasından söylediğimiz olumsuz sözleri ahirette duyduğu zaman affeder mi bilmiyorum. Kendimce beni en fazla düşündüren konu bu… Şimdiden söyleyeyim benim hakkım arkamdan konuşan herkese helal olsun. Bu tarafta duymadığım kötü sözleri öte tarafta da duymak istemiyorum. 


Miras meselesine gelince… Çoğu yerde konuşulan konu aynı… Dededen, atadan kalma yerleri nasıl böleceğiz? Bir kısmı hariç çoğu kişi mirası çocuklarına paylaştırmadan bu dünyadan göçüp gidiyor. Geride kalan herkes haklı olarak kendine düşen payı almak istiyor. Ama anlaşmaya varılamıyor. Arada sıkıntı çıkaran birileri oluyor. Bu sefer ortak olan yerdeki meyvenin hakkının kime ait olduğu sürekli tartışılıyor. Helal-haram birbirine karışıyor.


Öte taraftaki büyükler kalkıp da görseler bu durumu. Miras yüzünden ölen ana babasına dahi hakkını helal etmeyen çocuklar var. Birbirinin yüzüne bakmayan, kötü söz söyleyen, yaptırdığı evi yıktırmaya kalkışan kardeşler var maalesef. Aslında şöyle düşünsek… Kavga verdikleri arazi en fazla elli sene sonra kendilerinin bile olmayacak. Çünkü o seneye kadar kim ölecek kim kalacak belli değil. Aslında her şey islama göre yapılsa ne güzel olur… Kur’an’da tüm kurallar açık ve seçik yazıyor. Ama maalesef biz ayetlere göre değil, adetlere göre yaşıyoruz (Mine İzgi’nin ifade ettiği gibi). Ayetlerin hakkını veremediğimiz için adetlerde duvara tosluyoruz. Sonra da hayat bir sarmal haline geliyor. Çık çıkabilirsen işin içinden vesselam…

27 Ağustos 2022 Cumartesi

Anadolu’dan İzlenimlerim 3 - Ağzı Dualı İhtiyar Olabilmek



Ağzı dualı, tatlı dilli ihtiyarlara hep özenmişimdir. Allah nasip etsin herkese böyle bir ihtiyarlığı. Bir önceki yazımda da bahsetmiştim “dua ibadettir” hadisini canlı yaşayan birçok insanla karşılaştığımı. Bunu yapabilmek için onlarca mektep okumaya gerek yok. Bir teyze vardı köyde... Zamanında bir sıkıntı yaşamış ve bazı düşünce melekelerini kaybetmiş. Gören çok şey bilmez zanneder ama yanına gidince nasıl güzel dua ediyor. Hasta ziyareti yaptığımız başka bir teyze konuşmakta zorlansa da o güzel dualarını eksik etmedi arkamızdan… Başka bir yerde küçük bir yardımda bulunuyoruz, yolda biriyle karşılaşıyoruz yine ağzı dualı güzel insanlarla karşılaşıyoruz. “Allah birini bin etsin, Allah seni hiçbir yerde darlatmasın, eşinle, çocuğunla mutlu etsin, Allah seni bir nikahta kocaltsın, vs.” Peş peşe öyle güzel sıralıyorlar ki… Onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Hepimiz yaşlılığa merdiven dayamışken, ağzımızı güzel sözlere ve duaya alıştırsak iyi olur. 

21/08/2022


Resim: Pinterest

25 Ağustos 2022 Perşembe

Anadolu’dan İzlenimlerim 2 - Çalışmak İbadettir



Yaz mevsimi gelince köylerde çalışma canlanıyor. İnsanların burunlarını kaşıyacak zamanları olmuyor. Sabah namazı vaktinde başlayan işler akşam namazına kadar sürüyor. Bu süre içerisinde namaz da kılınıyorsa al sana kat kat ibadet. Çünkü biliyoruz ki bizim dinimizde namaz kılan insanın yaptığı günlük işler ibadet hükmüne geçiyor. 


Şimdi şöyle bir muhasebe yapalım… Yaz mevsimini deniz, kum ve güneşin tadını çıkararak geçiren bir kesimin yaptığı ibadeti terazinin bir kefesine koyalım. Güneşin altında bağda, bahçede çalışarak geçiren bir kesimin yaptığı ibadeti de diğer kefeye koyalım. Bunu tartıp ölçmek Yaradan’a kalmış tabii… Ama insan olarak bizler de kendimize farkındalık oluşturabiliriz. En azından tatil yaparken yada ehli keyf hayat yaşarken nafile ibadetlere ağırlık verebilsek… Günde bir sayfa kuran okuyorsak on sayfaya çıkarabilsek… Namazların ardından çekilen tesbihleri ihmal etmesek… Sadakaları çoğaltsak… Gönül kırmasak… Yıkıcı değil, yapıcı olsak… Kısaca mü’mine yakışır şekilde davransak… Belki o zaman “çalışmak ibadettir” sözünün muhatabı olabiliriz.

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Anadolu’dan İzlenimlerim 1 - İnsanlık Ölmemiş




Büyük şehirde yaşarken artık insanlığın kalmadığını düşünüyordum. Pandemi sebebiyle herkes birbirinden kopmaya başlamıştı. Salgın hastalıkta yapılması gereken belliydi ama bu durum insanların birbirinden soğumasına sebep olmamalıydı. Böyle bir hayatın içinde yaşarken gerçeğin her yerde bu şekilde olduğunu düşünüyordum. Ta ki güzelim Anadolu’da vakit geçirene kadar. Bu yaz tatilinde bir akraba düğünü vesilesiyle Erzurum’da ikamet ettik. Kısa süre içerisinde birbirinden güzel sahnelere şahit oldum… Düğün için bir araya gelen konu komşu kendi düğünleriymiş gibi uğraş verdiler. Baklavalar, börekler, sarmalar birlikte yapılmış ve ağız tadıyla yenmişti. Kimsenin kimseye bir çıkarı yoktu. Önemli olan yardımlaşmaydı, komşuluktu, insanlıktı. Eskiden beri yapılan bu güzel adetlere şahit olduğum için mutluyum.


Sonraki günlerde başka bir akrabanın aşure ikramıyla birlikte tertiplediği Kur’an tilavetine davetliydik. Gün içerisinde bağda, bahçede çalışmış köy halkı akşam seriniyle birlikte bu davete icabet etmişti. “O kadar insana ne yedirip içereceğim” gailesini taşıyıp evini misafirden mahrum bırakan şehir insanı bu manzarayı görmeliydi. Bir kazan aşure, poğaça ve kek eşliğinde ikram edilen çayın lezzeti bir harikaydı. Kuran-ı Kerim’i aşkla okuyan hocanın içide bulunduğu manevi atmosfer ise kelli felli hocaların süslü sohbetlerine taş çıkaran cinstendi…


Bulunduğumuz hasta ziyaretleriyle aldığımız dualar “iyi ki” dedirtti bize. Güzel Anadolu’nun güzel insanlarının içtenlikle ettiği dualara “amin” dememek elde değil... Bir ziyaretin, küçük bir hediyenin, yolda verilen selamın, mutfakta edilen küçük bir yardımın ardından yapılan bu güzel dualar insanlığın ölmediğini gösterdi bana. “Dua ibadettir” hadisini canlı olarak yaşayan birçok insanın varlığına şahit olmak güzeldi. Önceki yıllarda gelip ziyaret ettiğimiz ama şimdi bu dünyada olmayan hatrı sayılır büyüklerimizin de kabirlerini ziyaret etmekle yetindik. İyi ki görmüşüm ve tanımışım bu güzel insanları…

13/08/2022 

Erzurum-İspir

7 Temmuz 2022 Perşembe

Duaların Yeryüzünü Sarstığı Bir Gün Olsun



Bugün arefe günü. Hacca giden binlerce müslümanın Arafat’ta toplandığı, aynı anda Rablerine dua dua yalvardığı, günahlarından temizlendiği bir gün. Adeta mahşerin provası yapılıyor bu gün. Biz de müslümanlar olarak bu günü fırsat bilelim inşallah. Muhammed Bozdağ’a ait okuduğum bir kitapta “Dünyadaki bütün insanlar aynı anda aynı duayı yapsalar, kainatın merkezinden çıkan enerji yeryüzünü sarsardı.”diyor. Şu anda da Arafat’a çıkmış binlerce Müslüman kardeşimiz kendilerinin yanında bizlerin bağışlanması için de dua ediyorlar. Biz de onların dualarına dua ile cevap verelim ve sarsalım dünyayı inşallah. Rabbimizden bağışlanma dileyelim kendimiz için ve tüm müslümanlar için. Geçen sene Ramazan ayında yazdığım “Tövbe İstiğfarla Bayramımız Bayram Ola” başlıklı yazımda bunun nasıl yapacağımızı detaylandırmıştım. (Başlığın üzerine tıklayıp okuyabilirsiniz)


Haydi… Elimizi vicdanımıza koyalım. Gururu, kibri bırakalım ve günahlarımızı tek tek hatırlayarak tövbe istiğfar edelim. Üzerimizde kul hakkı bulunan kardeşlerimizle helalleşelim. Bunların yanında isteyeceğimiz ne varsa isteyelim Rabbimizden. “Bana dua edin, duanıza icabet edeyim” diyen bir Yaradan var karşımızda… Belki bizden gelecek bir talebi bekliyor bizi bağışlamak ve isteklerimizi kabul etmek için… 

28 Şubat 2022 Pazartesi

Bu Şapkanın Hatırlattıkları

 



Bugün hüzünlenerek elime aldığım bu şapka çok şey hatırlatıyor bana. Kafamıza geçirmeden önce bizi baş örtülerimizle gören rektörün “Sıkılmış dolmalar! Polis gibi arkanızdayım” lafına muhatap olduğumuz günü hatırlatıyor... Gençliğimizin baharını... Büyük bir umutla gittiğimiz yavru vatanda düştüğümüz umutsuzluğu... Kıbrıs sokaklarında gözü yaşlı gezdiğimiz günleri... Okula devam mı tamam mı diye geçen düşüncelerimizi… Başımız önde gittiğimiz öğrenci işlerini… Acaba kayıt olabilecek miyiz? diye düşündüğümüz korku dolu anları… O anda ettiğimiz duaları... Ve ancak bu şapkayı kafamıza takarak oradan ayrılabileceğimizi... Ve ancak bu, kafamızda olduğu müddetçe mezun olabileceğimizi... Acaba doğru mu yapıyoruz? şeklindeki düşüncelerimizi... Allah’ın kurallarıyla insanların kuralları arasında sıkışıp kaldığımız, ailemize “bırakıyorum” diyemediğimiz günleri hatırlatıyor.   Rektörden kaçıp helaya sığındığımız anları... Bizi insan yerine koymadığı o bakışları... Onu gördüğümüzde kalp atışlarımızın hızlandığını... Merdiven boşluğunda gizli gizli kıldığımız namazları... Her sene okuldan atılma korkusu yaşadığımızı... Çocukların dualarına sığındığımız zamanları hatırlatıyor. Bu yaşanılanların ardından bu şapka sayesinde okulu bitirişimizi... Başarılı oluşumuzu... Dereceye girişimizi... Ancak ödül alamayışımızı... Bizim yerimize başkalarına verilen ödülleri misafir koltuğundan izleyişimizi... Arkadaşlarımızın yanımıza gelerek bize sarılışını, "Bu sizin hakkınızdı" diyerek gözyaşlarımızı bizimle paylaşmalarını... Bunları yaşasak bile onların gönüllerini kazanmamızın içimize duyurduğu huzuru... Ruhumuza vurulan darbeyi... Yani 28 Şubat darbesini hatırlatıyor... 31/05/2021

12 Şubat 2022 Cumartesi

Dinime Saldırıyorlar, Ben Ne Yapıyorum?

Yıllar önce internet ortamında Peygamberimiz (sav) ile ilgili ağıza alınmayacak sözlere rastlamıştım. Yarım yamalak İngilizcemle cevaplar vermiştim. Ancak karşıdaki kişi bu cevaplardan tatmin olacak görünmüyordu. Sözleri gittikçe ağırlaşıyordu. Ben de kapatıp çıktım. Güzel dinimizi bu tür insanlara anlatmak mümkün olmayacaktı.  


Peygamberime söven kişi küfrün doruk noktasında olan bir Yahudiydi. Bu hakkı kendinde bulan biriydi. Onu değiştirmemiz, düzeltmemiz mümkün değildi. Ama bugün, benim ülkemde yaşananlara ne demeli? İslamı kendine göre yorumlayan ilahiyatçılara, bize dinî değerlerimizi unutturan programlara ne demeli? Köklerimize basıyorlar farkında değiliz…


Mesela, bir ilahiyat hocası çıkıyor, canım Peygamberimin tertemiz nesebine laf söylüyor. Okumaya bile haya edilen o lafları nasıl yazabiliyor? O fütursuz sözleri yazarken parmakları klavyeye nasıl basıyor? "Ben Adem (as)'den Abdullah (ra)'a kadar hep nikahlıların soyundan geldim. Benim soyumda iffetsizlik yoktur" diyen Peygamberimin soyunun iffetsiz olduğunu kanıtladığında eline ne geçecek? Çok şükür ki duyarlı insanların sosyal medya paylaşımları işe yaradı ve üniversitenin rektörü konuya el attı. İnşallah bir daha onun gibilerini görmeyiz o makamda diyeceğim ama maalesef benzerleri de çıkıyor... Hz. Meryem’in iffetini diline dolayanlar, "şu ayet böyle olmalı, peygamber bu zamanda yaşasaydı şöyle yapardı” deyip kendine göre yorum yapanlar gitgide çoğalıyor.

Bir milletvekili müsveddesi çıkıyor "Biz kadınlar özgürüz, ne 500 yıl önceki Osmanlı'ya, ne de 1500 yıl öncesi din esaslı toplum düzeyine gitmeye hiç niyetimiz yok" deyip milletin meclisinde köklerimize sövme hakkını kendinde bulabiliyor. Diğer yandan, biri çıkıyor sanat adına bir şarkı yazıyor. Hz. Adem ve Hz. Havva'ya cahil deme cüretini gösterebiliyor. Bazısı ise ölen arkadaşıyla yukarıdaki meyhanede buluşacaklarını ümit ederek cenaze törenini fırsat biliyor ve kusuyor içindekileri bütün topluma.


Bunların yanında, birileri çıkıyor, tv programları yapıyor. Çıplaklığı "survivor" adı altında normalleştiriyor. Bir başka program ise parçalanmış ailelerin tüm bireylerini insanların gözüne sokuyor. Karısı kaçan adamlar mı ararsın, gelinine saldıran tipler mi ararsın, kaçan annesinin peşine düşen kızlar mı ararsın? Ne ararsan var. Biz de uzaktan merakla izliyoruz onları. Kimileri de bizi "güldür güldür" güldürürken ağlanacak halimize güldüğümüzün farkında olmuyoruz. 


Toparlan ey nefsim!


Dinimiz ve ülkemiz saldırı altında... Bir şeyler yapmazsan kendi elinle, dilinle, gözünle harap edeceksin kendini. Dinimizi ve ailemizi yok etmek isteyenlerle doldu ülkemiz. Artık Müslüman kardeşinle, eşinle, akrabanla birbirini yemeyi bırak. 


Bu saldırganlara tepkini en azından sosyal mecralarda göster! Yaptıkları programları izleme! Söyledikleri şarkıları dinleme! Oynadıkları dizileri açma! Sosyal medyadaki ekranda kalma süreni azalt! Kendini düzeltmeye çalış! Törpüle tüm kötü özelliklerini! Sonra ailene dön bir bak! İslama sarıl! Peygamber sevgisiyle dol ve en yakınındakilere o sevgiyi aşıla! Her gün Peygamberimizin adı geçsin evinde! Ne biliyorsan anlat yavrulara! Cehennem ve Allah'tan korkutma hikayelerini bırak artık! Geçmişimizi anlat! Battal Gaziyi, Nene Hatun'u, Nezahat Onbaşı'yı, Sütçü İmam'ı, vs. anlat! Kahramanlarla dolu bizim geçmişimiz. Çakma kahraman spaydır menlere, betmenlere taş çıkartır onlar. Sadece Muhteşem Türkler'i değil (Muhteşem Türkler isminde çizgi film de var bu arada), diğer milletlerden olan Müslüman kahramanlardan da bahset! Selahaddin Eyyubi'yi bilmeyen çocuk kalmasın. Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in İslam uğruna verdiği mücadeleyi anlat! Malcolm X, Yusuf İslam, Muhammed Ali gibi sonradan müslüman olan kişilerin hayatlarını izlet! Tarık bin Ziyad'ı öğret. Endülüs’ü nasıl kaybettiğimizi, başımıza yine aynı şeylerin gelebileceğini anlat! Bunların faydası olur, olmaz bilemem ama sen elinden geleni Allah için, Hak namına yap. Ve dua et dünyadaki tüm yavrulara... Et ki dinimize yapılan bir haksızlığı elleriyle düzeltebilsinler. Buna güçleri yetmezse dilleriyle düzeltebilsinler. Buna da güçleri yetmezse en azından kalpleriyle buğz etmeyi bilsinler. Bilsinler ki "Şeriat" deyince korkmasınlar. "Cihat" deyince ürkmesinler. Silahsız, tek vücutlarıyla tırları dahi durdurabilecek güce sahip olabilsinler. Ve bu güçle koşa koşa şehadete gidebilsinler.