7 Eylül 2021 Salı

Çıldırmış Çocukların Zamanı (Nureddin Yıldız Hocanın Sohbetinden Notlar)

Peygamber Efendimiz (sav) kıyamet alametlerini sayarken bir tanesinde şöyle diyor:


“İnsan (kadın) patronunu doğuracaktır.”


Normalde insanoğlu kendini doğuran anasının önünde her zaman itaatkardır. Ancak kıyamet yaklaştığında evlatlar annelerinin patronu gibi annelerine hükmedeceklerdir. Anneler ve dolayısıyla babalar evlatlarından korkacaklardır. İşçinin patronundan korktuğu gibi.. 


Kardeşlerim, çıldırmış çocukların zamanını yaşıyoruz. Dünyamız bizi çocukların evlerin hakimi olduğu, insanların çocuklarından çekindiği güne getirdi. 


Çıldırmış çocukların özellikleri;


🔹Yeme-içme konusunda istediğini yiyen istemediğini yemeyen, aç kalan ama paketlenmemiş yiyeceği yemeyen, 

🔹Evini kendisine ait görmeyen, sadece uykusu geldiğinde ve üşüdüğünde evine gelen,

🔹Evinde kimseye itaat etmeyen, anne, baba, abla, kardeş, büyük-küçük hissiyatı olmayan,

🔹İbadet ve ahlak diye bir görevimizin olduğunu düşünmeyen,

🔹Ağzı bozuk olan (anasına, babasına, kardeşine, abi-ablasına, komşuya vs.)

🔹Parayı, malı çöp gibi gören, bir servet bile bitirse iştahı sönmeyecek çapta hırslı ve ölçüsüz para harcayan,

🔹Eğitim veren yerleri (okul, medrese, vs.) kendi hizmetinin yapıldığı yerler gibi gören, hayatı, dini, insanlığı, düzeni öğrendiği değerli yerler olarak görmeyen,

🔹Cinselliği yaklaşınca kuduran,

🔹Arkadaş seçemeyen, arkadaşını ezen veya arkadaşını kendisine ilah edinen,

🔹Dost-düşman bilmeyen, akraba, komşu tanımayan (Sağlığını düşünmeyen biri komşunun çocuğu rahatsız olur gibi bir hissiyata kapılır mı?)

🔹Haya, utanma, saygı, vicdan, vs kavramlar sözlüğünde olmayan,

🔹Dini ahlakı bırakın bir uyku düzeni bile olmayan,

🔹”Menfaatimi kollayayım, beni sömüren, uyuşturucuya bulaştıran arkadaşlarım olmasın” diye düşünen aklı olmayan,

🔹”Ben de bir gün ana-baba olup bu yaptıklarımı bulurum” diyecek muhakeme gücü olmayan,

🔹Cennet, ahiret, iman, sırat gibi kavramları olmayan (insanlık olmayandan kıyameti anlamasını istememiz normal değildir)


Bu çocuklar ortaokul döneminde de, lise döneminde de ortaya çıkabilir, üniversitede rahat ortama kavuşunca veya evlendikten sonra da ortaya çıkabilir. 



Bu konuda 5 gerçeği unutmayacağız:


1.Çocuklar konusunda seçme hakkımız yoktur. Allah bizi bu asırda yaratmak ve bu çocukları bize vermek istedi, bitti. Bu bizim KADERİMİZDİR.


2.Çocuklarımız çıldırmış da olsalar, mum gibi olmuş da olsalar, evliyadan da olsalar, eşkiyadan da olsalar onlar bizim CENNETİMİZ yada CEHENNEMİMİZDİR. Biz de onların cenneti veya cehennemiyiz. Bu bir gerçektir. Nuh (as) da çocuğuna karşı uğraştı. Zevkine göre değil Allah’a göre ayarladı işlerini. Ancak çocuğunun nasibi olmadı.


3.Bugünün değerleri üzerinden konuşacağız çocuklarımızla. Şimdiki anne babalar internet, sosyal medya olan bir zamanda yaşamadı çocukluğunu. Kız çocuklarının erkeklere evlenme teklif ettiği bir zamanda yaşamadı. Hocalar, psikologlar ve pedagoglar bu zamanın taktiklerini konuşmalıdırlar.


4.Dünya ve çevre bizden büyük, şeytan bizden daha eski. Ben bir ev kurarken mahalle o evden büyük.. Çocuğu okula gönderiyoruz, birçok yere gidiyor. Hatta camiye bile giderken gördüğü fuhşiyat çocuğun sapması için yeterli.. Şeytan bizden daha eski olduğunu bilerek bir mücadele yapacağız.


5.Peygamber bile olsaydık birimiz, bu imtihan yine vardı. Olsan olsan Nuh (as) kadar olabilirsin. Çıldırmış bir çocuk onun başında da vardı. Çünkü imtihandı. Midesiz insan var mı ki imtihansız insan olsun?


NE YAPMALIYIZ?


1.Umutsuzluğa asla razı olmayacağız. “Çocuktan nasibimiz yoktur” demeyeceğiz. Bunu söylediğimiz an oturup istiğfar edeceğiz. Nereden biliyoruz çocuğumuzun bizden daha iyi olmayacağını? Katil olsa bile belki tövbe edecek. 100 kişinin katilini bile tövbe edince Allah kabul buyurdu. Bu sebeple UMUTSUZLUĞU EVİMİZE SOKMAYACAĞIZ. Acı çekeceğiz, ağlayacağız ama umutsuz kalmayacağız.


2.Eşler birbirleriyle çocuk konusunda asla tartışmayacaklar. Eşlerden biri iyi polis rolünde, diğeri ise daha katı roldedir. Bu sebeple eş başkanlık yürütülmeli, çocuğun kontrolü sırayla (Altı ay yada bir sene süreyle) yapılmalı, diğeri de ona itaat etmelidir. Diğer sene kontrol diğer eşe geçmelidir. Böylelikle eşler çocuğa karşı yıpranmamış olurlar. Eşlerden birinin sağ dediğine diğeri sol dememelidir. Bu durum çocukta galibiyet sebebidir.


3.Çocuğumuzla ilgili 50 yıllık plan çok kısadır, 100 yıllık olan da kısadır, 200 yıllık plan da uzun değildir. Kur’anımız 950 sene uğraştı diye Nuh (as)’ı örnek veriyor. Demek ki bir çocuğu yetiştirme planı 950 sene üzerine kurulacak. Yani “Rabbim bana 950 sene ömür verirse, ben 940. senesinde bile bu çocuğu evden atmayacağım” diyebilmektir. Atarsam oyun biter, şeytan kazanır. Zaman geniş. Sabah namazını öğretmek bir saati de alır, 30 seneyi de.. Baba ve anne olarak aceleniz yok. İsrafil (as) sûru üfleyene kadar yada senin küçük sûrun üfürülene kadar zamanın var çocuğunla ilgilenmen için..


4.Çocuklarımıza sürekli DUA EDECEĞİZ. Doğunca, bebekken, çocukken, okula giderken, okuldan gelirken, evlenirken, vs. Sadece Kadir gecesinde değil… Her zaman… Namazlarda, merdivenden inerken, çıkarken, boş zamanlarda, vs. 


“Rabbena heblena min ezvacina ve zürriyatina gurrate eayunin vec’alna lil müttegıyne imama” (Furkan Sûresi 74) duasını yapacağız.


Çocuklarımızın salihlerden olması için, şeytanın eline düşmemesi için v. her şey için dua edeceğiz.


5.ÇOCUĞUNUZ İÇİN ÇEVRENİZİ TOPARLAYIN. Mesela çocuk sigaraya başladı. Bu uğurda bütün akrabayla bağını kesmeye hazır değilsen çocuğunu kurtaramazsın. Herhangi bir melanete dayılarından alıştıysa, dayılarından bağlantısını kesersiniz. Sıla-ı rahîm farz ama çocuğumuzun imanından, sağlığından ve geleceğinden daha büyük bir farz değildir.


6.Her şeyi görmeyeceksiniz ve duymayacaksınız. Yoksa siz de çıldırırsınız.


7.Çıldırmış çocuğunuzla tek başınıza başa çıkamazsanız, yardım alacaksınız. Dededen, nineden, hanımefendi bir hoca abladan, psikologdan, pedagogdan. Psikoloğa kendiniz gidin. Çocuğa nasıl davranmanız gerektiğini öğrenin.


8.Çocuğunuzu atmak yok, itmek yok, kovmak yok, ezmek yok, dövmek yok, git gözüm görmesin seni demek yok, evlatlıktan, nesilden, mirastan reddetmek yok. “Ne yapalım çıldıralım mı?” derseniz, çıldırmazsınız siz. Çünkü Yakup (as)’ı tanıyorsunuz (oğlunu kuyuya atmıştı çıldırmış kardeşleri), Nuh (as)’ı tanıyorsunuz, Lut (as)’ı, İbrahim (as)’ı tanıyorsunuz. İman ettiğiniz ibret dolu peygamberlerin hayatlarını okuyun.


Çıldırmış bir çocukla baş edemeyen anne babalara kendini rahatlatmak, boşaltmak için pratik çözüm önerileri:


🔺Toprakta yürü

🔺Arabanı sahil kenarına çekip yarım saat ağla

🔺Eşine sarıl, çocuğundan görmediğin alakayı eşine göster, birlikte tek vücut olun.

🔺Arkadaşlarınla evde çay demleyip muhabbet et ve sonra birlikte camiye gidin. 

🔺Spor yap. 

🔺Kalın bir ağaç al ve kimseyi rahatsız etmeyecek bir yerde keserle yont, testereyle kes. 

🔺Hurdadan aldığın demir parçalarına çekiçle vur.


Kardeşlerim, ne derseniz deyin Rabbimiz bizi bu zamanda yarattı. Çikolatayla, gıdalarla delirte delirte büyütüyoruz çocukları. Şeytan, çevre, internet, sosyal imkanlar gibi her şey aleyhimize bu dünyada. Ama Allah bizimle ve cennet bizi bekliyor. Bu konuda çıldırmış bir çocuğa MERHAMETLİ VE SABIRLI davranan geç de olsa sonunun hayırlı olduğunu görür. Ateşe ateşle karşılık veren sadece yangını büyütür.

18 Haziran 2021 Cuma

Ya Tahammül Ya Sefer

 



Bazı insanların gençlik dönemleri bir dava şuuruyla geçer. Hak davaya hizmet etme noktasında ortak amel ve emellerde birleşilir. Yaratıcının rızasına layık kul olma ve çevredekileri de bu rızaya dahil etme hususunda bilinçlendirme hareketleri yapılır. İlim meclislerinde büyük zâtların sohbetlerinden istifade edilir, gönlü huzurla dolduracak muhabbetlerde bulunulur, kitaplar okunur, dergi çıkartılır, hayır faaliyetleri düzenlenir, cemaatle namazlar kılınır, Selatin camilerine sabah namazı programları düzenlenir, din-vatan-millet mitinglerinde omuz omuza verilir ve buna benzer birçok etkinlikler yapılır. Velhasıl Hak dava uğruna güzel çabalar gösterilir. Amaç, hakikatle yoğrulmuş bir nesil inşa etmek, kalpleri islama ısındırmaktır. Çünkü gönüller sultanı Peygamber (sav) şöyle öğütlemiştir:

"Senin vesilenle bir kişinin hidayete ermesi üzerine güneşin doğup battığı toprakların fethinden daha hayırlıdır." 

Mustafa Kutlu'nun "Ya Tahammül Ya Sefer" isimli kitabında hayata bu gayelerle başlayan gençlerden şu şekilde bahsediyor:

"Onlar, üniversiteli gençler... Memleketi kurtaracaklardı. Hoca ne demişti? 'Sizler davanın yılmaz erlerisiniz, bu dava sizlerin omzunda yükselecek.'
Gençtiler, pırıl pırıldılar. Hiçbiri yerinde duramıyordu... Memleket kendisine sahip çıkacak, bu çilekeş insanları tutup kaldıracak, şu çorak toprakları yeşertecek nesillere muhtaçtı.”

Ve şöyle diyordu bu pırıl pırıl gençler:

"Bizim hareketimiz, mesuliyet hareketidir: Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk'a uydurmaktır..."

Üniversite bitti. Herkes iş hayatına atıldı. Faaliyetler unutuldu. Karakterlerden biri profesör oldu, ehli dünyadan birine gönlünü kaptırdı, onu Hak davaya uyduracağına maalesef eşinin Hak olmayan davasında hayatını sürdürdü. Bir diğeri millet vekili oldu. Hayatı değişti, fikriyatı da değişti. Nasıl yaşadıysa öyle düşünmeye başladı. 

Halbuki gençlik çağında her şey güzel duygularla başlamıştı. Kimi hayatlar da böyle başlıyor. Sonra hayata dair bazı kararlar alınıyor. Ve o gençlik çağında, o küçük yaşlarda verilen kararlar bütün hayatı şekillendiriyor. Kimi, o günkü bilinçle hareket ederek Hak davayı omuzlayıp ömrünün sonuna kadar taşıyor. Kimi, gözüne takılan bir yabancıya gönlünü kaptırarak bir bilinmeze doğru yola çıkıyor. Kimi, Hak davayı unutarak Haksız davaların kurbanı oluyor. Kimi ise Hak için yola çıkmış olsa da hayatın keşmekeşinde savrulup gidebiliyor. Bu şekilde sürüklenirken akıl başa geldiyse ne âlâ... Kitapta profesör ve millet vekili olan arkadaşlar kendilerine bu davada abilik eden kişinin cenazesinde bir araya geliyorlar yıllar sonra... Ve o zaman hatırlıyorlar o günleri... Akıl başa gelince bir karar almak gerekiyor. Yaşanılan hayata tahammül mü edilecek yoksa sefere mi çıkılacak? Eğer biz de aynı şeyleri yaşayıp sürüklenmeye başlamışsak haydi zamanı geriye saralım ve başladığımız noktaya geri dönelim. İlk gençlik çağına... Bu konuda muhakkak ki Allah bizimle beraberdir... 

1 Haziran 2021 Salı

Hayatın Algoritması


 

Her konuda ne kadar çok ahkam kesiyoruz değil mi? Hakkında konuştuğumuz kişi ve olaylarla ilgili birçok yorum yapıyoruz. Özellikle “günahkâr” yaftasını öyle güzel yapıştırıyoruz ki bilip bilmeden. “Falan kişi parayı buldu, alemlere akıyor. Şunun çocukları da ne kadar ahlaksız. Benim çocuğum olsaydı şöyle güzel yetiştirirdim. Şu da sürekli yardım bekliyor. Elindeki parayla geçinmeyi bilmiyor... Falanın kızının evini gördün mü ne kadar büyük. Öyle güzel evde yaşıyor ama temizlik yapmayı öğrenememiş. Şu da eşine nasıl katlanıyor Allah aşkına. Çekip başını gitse ya... Falan kişi öyle bir günaha batmış ki haşa onu Allah bile kurtaramaz... vs. vs.” gibi konuşmalar, dedikodular, iftiralar ve abartılar çıkıyor ağzımızdan.

İnsanın yaşamadığı bir olayla ilgili ahkam kesmesi, naralar atması ne kadar kolay değil mi? Ama yaşamayacağı ne mâlum...Peygamber Efendimiz (sav), “Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."  (Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507) buyurmuştur. Sadi Şirazî de “Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir” demiştir. Öyleyse nereden alıyoruz biz bu rahatlığı? Yaşayıp deneyimledik mi? Belki o hayatı biz yaşasaydık daha kötü tecrübelerimiz olabilir ve belki daha “günahkâr” olabilirdik. 

Hayatın algoritmasını iyi öğrenmemiz lazım. Biz hayata ne sunarsak hayat da bize onu sunuyor. Ağzımızdan çıkan her söze dikkat etmeli, o sözün karşılığında hayatın bize nasıl dönüş yapacağını şöyle bir düşünmeliyiz. Kısacası büyük konuşmamalı, sebeplere sarılmalı, elimizden geleni yaptıktan sonra Allah’ın hakkımızda verdiği karardan dolayı tevekkül içinde olmalıyız.

Kim bilir, alemlere akacağımızı bildiği için belki de Allah bize zenginlik vermiyordur. Ya da terbiyesini sağlayamayacağımızdan dolayı çocuğumuz olmuyordur. Bütün günümüzü temizlikle tüketip kulluk görevlerimizi unutacağımız için belki de büyük bir evimiz yoktur. Şükretmeyi beceremeyeceğimiz için belki de gönlü güzel bir eşe sahip olmamışızdır. Ya da çekip gideceğimizi bildiği için Rabbimiz bize evlilik nasip etmemiştir. Yani bize verilen ve verilmeyen her şeyde bizim hayrımız düşünülmüştür Yaradan tarafından. İşte tam da bu durum hayatın algoritmasıdır. Yani hayatın arka planda işleyiş tarzıdır. Bize düşen, boş konuşmalarla hayat akışımızı olumsuz yöne çevirmek değil, “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilmektir.

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Kardeşlerimizin Kurtulması İçin Önce Kendimizi Kurtaralım

 



Ey Müslüman Kardeşlerim!

Dünyaya gözlerini kapatmış olan, Müslüman ülkelerde yaşanılanları görmek istemeyen, "Bana ne Filistin'den? Bana ne Doğu Türkistan'dan? Bana ne Yemen'den? Bana ne Mısır'dan? Bana ne Suriye'den?" diyen Müslüman kardeşlerim!


Oralarda bizim ciğerlerimiz yanıyor. Hem de tüm dünyanın gözleri önünde. Kardeşlerimiz çırpınıp duruyorlar "yardım edin" çığlıklarıyla. Ama biz duyuyor muyuz? Duymuyoruz. Kalplerimiz kararmaya, ruhlarımız bozulmaya başladı çünkü. Dimağlarımız ise farklı fikirlerin, farklı ideolojilerin, farklı grupların boyunduruğu altına girdi. Düşünmeyi unuttuk. Acımayı unuttuk. Kardeş olduğumuzu unuttuk. Hatta elimizden en son gelen, yapabileceğimiz en kolay şeyi, dağları delebilecek güce sahip olan dua etmeyi bile unuttuk.


Halbuki Rabbimiz bize söz vermemiş miydi? "Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder." (Muhammed Sûresi 7) dememiş miydi? Hatta başka bir ayetinde de "Eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur." (Al-i İmran Sûresi 160) diye müjdelememiş miydi? 


Evet müjdelemişti ama biz bunları okumadık ki... Kaldırdık o güzelim ayetleri, evimizin baş köşesine koyduk. Sardık, sarmaladık. Hiç çıkarmadık. O ayetlerden bihaber yaşadık. Yaşantımız ayetlere göre olmadı. Evliliğimiz, ayrılığımız, anneliğimiz, babalığımız, evlatlığımız ayetlere göre olmadı. Ticaretimiz ayetlerin yanından bile geçmedi. İş hayatımız, çalışma prensiplerimiz, mahremiyet kurallarımız, miras bölüşmemiz, akraba ilişkilerimiz, ağzımızdan çıkan sözler, kelimeler hiç ayetlere göre değildi. 


Halbuki bunların hepsi ayetlerde mevcuttu. Ama biz okumadığımız için görmedik. Kur’an’ı sadece cennet, cehennem ve ölümden bahseden bir kitap olarak algıladık. Bir taraftan da kendimizi pek bir Müslüman zannedip, kafamızdan Müslümanca yaşama prensipleri uydurmaya başladık. Saçma sapan geleneklerimizi islama ve Kur'an'a mal etmeye çalıştık. Daha da ileri gidip kendi çıkarımıza uyan ama islama uygun olmayan davranış veya fikirlerle ilgili fetva arayışına girdik. İslamı ılımlı anlatan hocaları sever olduk, bizi şöyle bir silkeleyip kendimize getirmeye çalışan hocalardan ise kaçar olduk. Hatta öyle bir kaçtık ki, artık ne oruç tutar olduk, ne namaz kılar olduk, ne de zekat verir olduk. Kelime-i şehadeti bile unuttuk. Artık boşta kalan vakitlerde dilimizi süsleyen zikirlerimizin yerini başka şeyler alır oldu. Dedikodu, yalan, iftira, hakaret ve küfürle doldurduk dilimizi. Akıllı telefonlar doldurdu tüm hayatımızı. Zikri ve fikri kaybettik... Şükretmeyi de unuttuk. Ve maalesef İslamî düşünme melekelerini de kaybettik. Hayata dair hayıflanmalarımız başladı. Bencilleştikçe bencilleştik. Kendi öz kardeşimizi, anne-babamızı bile düşünmemeye başladık. Böyle olunca da "Bana ne Filistin'den? Bana ne Doğu Türkistan'dan? Bana ne Yemen'den? Bana ne Mısır'dan? Bana ne Suriye'den?"Öyle değil mi? 


Bu ülkelerin kurtulması bizim elimizde. Artık herkes nereden başlaması gerektiğine kendi karar versin artık. Sonra çok geç olacak...Hem ümmet için, hem de kendimiz için...

11 Mayıs 2021 Salı

Korkun Bizden Ey İşgalciler!



Ah Mescid-i Aksa... 

Yine bir Ramazan günü yaktılar seni... Merhametten yoksun zalimlerin elinde kaldın... Kendilerini bir şey zanneden lanetlenmişlerin elinde kaldın... Seni yanarken görünce bizim de içimiz yanıyor. Yavrulara, bebelere çok üzülüyoruz. Ve dua ediyoruz senin için... Yanına gelemiyoruz, ateşini söndüremiyoruz, işgalcilere peşkeş çekemiyoruz... Ama her daim dualarımızdasın... Ve bir taraftan da gurur duyuyoruz seninle... İçleri iman dolu gençlerinle, dünyaya gülümseyerek bakan ve pis israili cesaretiyle korkutan tutuklularınla...İsrail askerinin suratına tüküren koca yürekli çocuklarınla... Öldürüleceğini bilse bile içinden geleni o pisliklerin yüzüne haykıran kadınlarınla... Şehadet şerbetini içmek için Aksa’yı gözü gibi koruyan Bedir yürekli mücahitlerinle gurur duyuyoruz... 


Kendi uydurdukları sözde kutsal kitaplarında yazan “müslüman çocukları öldürmek sevaptır” sözüne birebir uyan bu siyonist Yahudi milletinden nefret ediyorum. Sapkınlıklarından dolayı Allahu Teala’nın kendilerine üstüste peygamber gönderdiği bu milletten nefret ediyorum. Denizin yarılıp yol olmasına, gökyüzünden kendilerine ziyafet sofrası inmesine, ölülerin dirilmesine, cansız bir kuşun canlanıp uçmasına ve bunun gibi Peygamberlerinin gösterdiği birçok mucizeye şahitlik eden bu kara kavim yine de peygamberlerini öldürmekten geri durmamıştır. Öldürmek sizin içinize işlemiş merhametten yoksun mahluklar... Attığınız bombaların ateşlerini zevkle izlerken kendi kanlarınızda boğulursunuz inşallah... BİZİM RABBİMİZ siz zalimler için ne diyor biliyor musunuz?


“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.” (Bakara Sûresi 114)


Ve unutmayın ki Mescid-i Aksa bizimdir... Er yada geç oraya gelip kutsalımıza sahip çıkacağız. Sizin çıkamadığınız kutsalımıza... Yakıp yıktığınız kutsalımıza... Etrafı mübarek kılınan kutsalımıza sahip çıkacağız... Şu anda gelemiyoruz ama bizim dualarımız göklere yükseliyor bunu bilin! Sizin bombalarınızı söndürecek kadar yükseliyor... Korkun bizden ey işgalciler!!!



Resim: pixabay.com


3 Mayıs 2021 Pazartesi

Tövbe İstiğfarla Bayramımız Bayram Ola



Ramazan ayının son on gününe girdiğimiz şu günleri Peygamber Efendimiz (sav) "günahlardan kurtuluş" olarak nitelendirmektedir. Bizler de bunun bilincine vararak asıl hesap gününden önce kendimizi şöyle bir hesaba çekelim inşallah.


Biz insanlar bu dünyaya imtihan için gönderildik. Dağların, taşların kabul etmediği bir emaneti yüklendik. Bu emaneti taşırken zorlanabilir, yorulabilir, hataya düşebilir ve günaha girebiliriz. Ancak önemli olan yaptığımız yanlışların idrakine varıp "Estağfirullah" diyerek toparlanabilmektir.


Bu lafzı Peygamberimiz Efendimiz (sav) günde 70 defa, 100 defa söylediğini beyan ettiyse, biz daha fazlasını da söyleyebiliriz. Bunun yanında sabah akşam "Seyyidül İstiğfar" duasının okunmasının da ne kadar önemli olduğundan bahsediyor Güzeller Güzeli (sav)... Ayrıca günahlarımızdan arınmak için nafile namaz kılıp sadaka verebilir, "İşlediğin bir günahın ardından bir iyilik yap" tavsiyesine de uyabiliriz.


Bunlar azalarımızla yapabileceğimiz tövbedir. Asıl önemli ve zor olan ise kalp ve dilimizle yapacağımız tövbe olacaktır. Öncelikle şunu unutmayalım ki dünya kadar günahımız olsa bile samimi bir şekilde pişman olup tövbe etmek bağışlanmamıza vesile olabilir inşallah. Bu konuda Allahu Teâlâ bizzat bize söz veriyor şu ayetlerinde:


"O, kullarının tövbesini kabul eden, kötü hareketlerini bağışlayandır." (Şuara Sûresi 25)


"O, günahı bağışlayan, tövbesini kabul edendir." (Mü'min Sûresi 3)


Herkes günahını daha iyi bilir. Tövbe istiğfar getirmeden önce yalnız olduğumuz bir vakitte, belki Allah’a en yakın olduğumuz secde anında yada ellerimizi açarak dilimizle itiraf etmeye başlayalım günahlarımızı:


"Allahım faize bulaştım, boğazımdan haram lokma geçirdim, çocuklarıma haram lokma yedirdim, affet... Kumar oynadım, yavrularımın rızkını başka yerlere sarfettim, affet Allahım... Harama baktım, affet Allahım... Harama yürüdüm, affet Allahım... Harama gittim, affet Allahım... Harama dokundum, affet Allahım... Şurada, şu kişiye, şu yalanı söyledim affet Allahım... Şurada haddimi aşacak sözler sarfettim, affet Allahım... Gurur ve kibir karakterimi ele geçirdi. Hep haklı olduğumu düşündüm. Haklı olduğu halde benimle çekişip didişmeyen kişilerin kalbini kırdım, affet Allahım... Kıskançlık duygumun ne kadar derin olduğunu anlayamadım... Kıskançlık yüzünden yanlış işler yaptım, affet Allahım...Anne babama sert davrandım, affet Allahım... Kalbini kırdığım annemin kronik hasta olmasına sebep oldum, affet Allahım... Annemden de özür dileyeceğim, ondan da af dileyeceğim. Ne olur sen de affet Allahım... Okul yıllarımda şu hataları işledim, affet Allahım... İş ortamında haksız kazanç elde ettim, affet Allahım... Kendime iyi bir pozisyon sağlamak için etik olmayan işler yaptım, affet Allahım... Olduğum gibi görünmedim Allahım, göründüğüm gibi olmaya başlıyorum, affet Allahım...


Affet Allahım diyerek tüm günahlarımızı acı içinde sıralayarak göz yaşı dökebiliriz. İmam Gazalî bu konuyla ilgili şöyle söylüyor:


"Pişmanlık acısı ne kadar şiddetli olursa, günahların da o nispette bağışlanması umulur. Pişmanlığın doğruluğuna delil, kalp yumuşaklığı ve göz yaşlarının damlamasıdır... Günahların bağışlanmasının diğer alameti; günahı işlerken aldığın zevkin yerine, kalbine onun acısını yerleştirmek, hevesle işlediğin günaha nefret etmek ve onu kerih görmektir."


"Günahım çok, asla affedilmem" diye düşünmeyelim. Önemli olan gerçekten pişman olmaktır. Bu konuyla ilgili de Peygamberimiz (sav) şu hadisle içimize su serpiyor sanki: 


"Ruhum kudret elinde olan Allah'a kasem ederim ki, siz günah işlememiş olmasaydınız, sizin yerinize Allah günah işleyip de O'na istiğfar edecek bir kavim getirir, onları bağışlardı." (Müslim)


Haydi başlayalım artık bir yerden. Şeytanların bağlı olduğu, gök kapılarının açık olduğu bu Ramazan günlerini fırsat bilelim. Sadece kendimizin bildiği en özel günahlarımızı itiraf edelim ve ümitle bağışlanmayı bekleyelim. Bayram gününe vardığımızda içimizde hissedeceğimiz huzurla işte o zaman bayramımız bayram olacaktır İNŞALLAH... 



Resim: pixabay.com

30 Nisan 2021 Cuma

Bedir Dönüşünde...




Yaklaşık 1400 yıl önce bu günlerde... Yine bir Ramazan ayında Medine sokakları zafer sevinciyle Bedir’den dönen sahabeleri selamlıyordu. Ehl-i Bedir... Allah tarafından günahlarının bağışlandığı bildirilen 313 kutlu insan...  Hak ile Batıl’ın savaşından dönenlerin 14’ü geride kalmış, şehadet şerbetini yudumlamışlardı.    Ayetinde “Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.” (Muhammed Sûresi 7) demişti Allahu Teâla... Ve  o bir avuç kalbi imanla dolu müslümana söz verdiği yardımı geciktirmemişti... Onlar şunu öğrenmişlerdi ki Rabbine hakkıyla itaat eden bir mü’min dünyaya meydan okuyabilir ve asla mağlup olmazdı. 


Meleklere imanın en üst mertebesi yaşanmıştı Bedir’de... Ellerini havaya kaldırarak dua dua yalvaran Allah Resul’ünün duasına Yaradan’ın cevabı gecikmemişti. 1000 melekle, 3000 melekle, 5000 melekle şereflendirmişti savaş meydanını...Ve sonra küfrün tüm elebaşları yok olup gitmişti.


Şimdi Efendimiz (sav) dönüyor Bedir’den. Medine sokaklarında zafer naraları yükseliyor. Ama az sonra bir acıyla kavruluyor o Güzeller Güzeli’nin yüreği. Gözünün nuru kızı Rukiye (ra) Hakk’a kavuşmuş. İmtihanların en ağırı belki. Gerçi yaşadığı imtihanın hangisi hafif ki... 


Ey Rasulüm! Biz de Bedir’le birlikte yeniden dirilmek istiyoruz. Belki sana layık bir ümmet olamadık ama inan ki seni canımızdan çok seviyoruz. Biz seni görmeden sevenlerdeniz. Sesini duymadan sana vurulanlardanız. Biz senin “kardeşlerim” dediğin kardeşleriniz. İki mübarek parmağını yan yana koyup gösterdiğin gibi cennette seninle yanyana olabiliriz inşallah. İnşallah... İnşallah... Nasip eyle Ya Rab! Nasip eyle Ya Rab! Nasip eyle Ya Rab!

29 Nisan 2021 Perşembe

Yalan Huzurlu Sona Engeldir




Ne kadar kolay yalan söylüyoruz değil mi? Özellikle de çocuklarımıza... Bir kaşık yemeği yedirmek için bir sürü vaatler sıralıyor sonra da yapmıyoruz. Bir gün, “Gel sana bir şey vereceğim” diye çocuğunu çağıran kadına Peygamber Efendimiz (sav) : “Ona ne vereceksin?” diye sormuş. Kadın da hurma vereceğini söyleyince Efendimiz (sav): “Eğer ona hurma vermeseydin sana bir yalan günahı yazılacaktı.” (Müslüm, Sahih, 107) buyurmuştur. 


Demek ki çocuklarımızı da adam yerine koyup onlara karşı doğru sözlü olmalıymışız. Tabii Hak katında yalancılardan yazılmak istemiyorsak... 


Yalan söylemek bize içki içmekten, hırsızlık yapmaktan veya zina yapmaktan daha masum geliyor değil mi? Halbuki Peygamber Efendimiz (sav)’e bu durumlar sırayla soruluyor. “Ya Rasulallah Müslüman içki içer mi? Müslüman hırsızlık yapar mı? Müslüman zina yapar mı? Müslüman yalan söyler mi?” Efendimiz ilk üçüne “Evet” cevabı vermesine rağmen sonuncu soruya “Müslüman yalan söylemez.” cevabını veriyor. Bunun ciddiyetinin farkında mıyız?


Bu kadar hassas bir meselede nasıl bu kadar rahat hareket edebiliyoruz? İçimiz içimizi kemirmiyor mu? Kalbimize bir kasvet düşmüyor mu? Vücudumuz titreyip yüzümüz kızarmıyor mu? Rabbimize nasıl hesap vereceğimizi hiç düşünmüyor muyuz? Eşleri ele alalım mesela...Birbirlerine  söyledikleri yalanlar azımsanmayacak kadar fazla. Hem de eften püften sebeplerle... Bunun acı olanı ise yapılanın yanlış olduğunun farkına varılmaması. Yani yalanın “yalan” gibi görülmemesi... İnsanların arasını düzeltmek için yalan söylenmesine dinimiz cevaz vermiştir ancak bunu kötüye kullanıp münafıklık alametlerinden birincisi olan yalana başvurmaktan Allah bizleri muhafaza buyursun inşallah.


Gelin birlikte şöyle bir hayat yolu tahayyül edelim: İleride ikiye ayrılmış olan bir yol düşünün... Yolun başında bir engele takıldınız. Babanızla, eşinizle, arkadaşınızla, amirinizle, memurunuzla, vs yaptığınız bir hatadan dolayı bir sorun yaşıyorsunuz mesela. O anlık yalan söylemek sizi rahatlatacak ve problem çözülmüş gibi görünecek. Ve yalan söyleyip hayat yoluna devam ediyorsunuz. Emin olun ki bidayetinde sizi rahatlatmış olan o yolun nihayeti dikenlerle dolu olacak. Gittiğiniz o yol belki size sıkıntı verecek, üzüntü verecek, kalbinize kasvet, rızkınıza daralma veya bedeninize hastalık verecek. Bunların sebebinin dilinizin bir afeti olduğunu farketmeyeceksiniz bile... İkinci yolu tercih edip doğruyu söylediğinizi düşünelim. O anda babanızdan, eşinizden yada amirinizden azar işiteceksiniz belki. Ama gideceğiniz o doğruluk yolu sizi mutlaka huzurlu bir sona götürecektir. Bundan emin olun... İşte o huzurlu sonu Efendimiz (sav)’in mübarek ağzından dökülen şu sözler ne güzel anlatıyor:


"Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarından bir köşk verilmesine kefilim.


Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasından bir köşk verilmesine kefilim.


Huyunu güzelleştiren kimseye de cennetin en yükseğinden bir köşk verilmesine kefilim."


(Ebu Davud, Edeb 7; Tirmizî, Birr 158; Nesâî, Cihad 19; İbn Mâce, Mukaddime 7)


Yolumuz doğrulukla, hayatımız huzurla dolsun ve gideceğimiz yol cennetimiz olsun inşallah...


Resim: pixabay.com