4 Nisan 2024 Perşembe

Dalgaya mı Alındınız? İnfak Edin…

 


Hayatın her devresinde insanlarla alay eden, dalga geçen, küçük gören, aşağılayan kişiler olmuştur. Bunlar anne-baba da olabilir, eş-arkadaş da olabilir, öğretmen-patron da olabilir. Mesela, kişi küçük yaşta bir şeyleri doğru yapamadığından dolayı beceriksizlikle suçlanarak başlar hayata. Okul döneminde akran zorbalığıyla karşılaşır. Ergen yaşında fiziksel değişiminden ve davranışlarından dolayı eleştiriler alır. Zeka seviyesi biraz aşağıda ise dalga konusu olur, anlama güçlüğü çektiği zaman eleştirilir, çalışkan olunca çalışmayanlar tarafından yadırganır. Maddi durumu iyi değilse küçük görülür, zenginse beklentileri karşılaması beklenir. Karşılanmazsa eleştirilir. Yaşlandığı zaman da akli ve fiziki melekelerin zayıflamasından dolayı kendinden küçüklerin bile alay konusu olur. 


“Şaka” adı altında söylenen küçük düşürücü sözler kişileri eğlendirse de muhatabı incitebiliyor, kalbini kırabiliyor, izzet-i nefsine dokunabiliyor. Bu durumun “stand up” denilen programlarda “sanat” adı altında icra edilmesi ise işin en acı yanı…


Peygamber Efendimiz (sav) zamanında da böyle davranışlara muhatap olan fakir bir sahabe varmış. Ulbe b. Zeyd…


Peygamber Efendimiz (sav), Tebük Gazvesi’ne gitmeden önce müslümanların infak etmesini istiyor. Yol uzun, şartlar zor, infakla kurulması gereken bir ordu var… Ve şöyle sesleniyor müslümanlara:


“Ey müslümanlar! Allah yolunda, cennet karşılığında zorluk ordusunu kim donatacak?”


Sahabe Efendilerimiz ellerinden geleni ortaya koyuyorlar. Ancak Ulbe b. Zeyd’in verecek hiçbir şeyi yok. Maddi imkansızlıktan ve bineği dahi olmadığından dolayı gazveye katılamıyor. Bu durumdan dolayı da büyük bir üzüntü içerisinde… Sabaha yakın bir vakitte secdeye kapanıp Allah’a şöyle yalvarıyor:


“Allahım! Verenler verdi ama benim verecek bir şeyim yok ki infak edeyim. Ancak bir şeyim var ya Rabbi! Ben fakir olduğum için bazı kardeşlerim onurumu, izzetimi çiğnemişlerdir. Ondan dolayı da bir hak oluşmuştur bende. Böyle bir hakkı helal ediyorum ve bu hakkı senin için infak ediyorum.”


Ulbe b. Zeyd sabah mescide gittiğinde Allah Rasûlü (sav):


“Söyleyin bakalım bu gece kim infakta bulundu?” diye soruyor birkaç defa. En son Ulbe’nin yüzüne bakıp soruyu tekrarlayınca, Ulbe yaptığı infakı anlatıyor ve “bu mu ki?” diyor. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sav):


“Sen öyle bir infakta bulundun ki senin infağın Allah katında kabul olmuş infaklardan yazıldı.” diyor (1) ve Allah tarafından indirilen şu ayeti okuyor:


“Şu kimselere de cihada katılmadıkları için günah yoktur ki, sana her gelişlerinde ‘sizi bindirecek bir şey bulamadım’ derdin. Onlar da cihat için harcayacak bir şey bulamamanın üzüntüsüyle gözleri yaşla dolu olarak dönerlerdi.” (Tevbe 92) (2)


Ulbe b. Zeyd… İşte böyle büyük bir sahabe… Allah’ın ayetine muhatap olmak nasıl büyük bir şey düşünebiliyor muyuz? Hakir görülmek ve dalgaya alınmak onun infak etmesine ve Allah tarafından kabul edilmesine sebep oldu.


Ben de bir müslüman olarak şu güzel Ramazan gününde sahabe efendimiz gibi bir infakta bulunmak istiyorum. Küçüklüğümden bu zamana kadar muhatap olduğum tüm incinmelerimi, küçük görülmelerimi ve alay konusu olmalarımı Allah’a infak ediyorum. Rabbim kabul buyursun inşallah… 


(1)Muhammed Emin Yıldırım, Herkes İçin Siyer, 28. Bölüm

(2)Meal: sorularlaislamiyet.com

Foto: pixabay.com 


25 Mart 2024 Pazartesi

Kalpteki İman Tohumunu Yeşertmek İçin Akabe’ye Gidelim mi?

 


Peygamber Efendimiz (sav), islamın ilk yıllarında Mekke’de çok sancılı süreçler yaşadı. İslama davet karşılığında aldığı tepkiler, hakaretler, iftiralar, eziyetler, hor görmeler O’nu çok incitmişti. Bunun üzerine en sevdikleri olan eşi Hz. Hatice ve amcası Ebû Talib’in ard arda gelen vefatları kor olmuştu yüreğinde. Ardından İslamı tebliğ için gittiği Taif’te taşlanıp kovulunca çok yaralandı o güzel kalbi ve şu şekilde sığındı Yaradanına:


“Allahım! Güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi, insanların nazarında düştüğüm hor ve hakir durumumu ancak sana arz ve şikayet ediyorum… Sen’den bana gelecek bir sığınmaya çok ihtiyacım var. Hem bu dünyada hem de ahirette Senin o karanlıkları aydınlığa çevirecek nuruna sığınıyorum…” *


Güzeller güzelinin o halini gören Yaradan islamın en rahat yaşanacağı Medine kapılarını açtı habibine. Medine’den Mekke’ye hac için gelen altı genç, Peygamberin anlattıklarını dinleyerek Müslüman oldular ve O’nu şehirlerine davet ettiler. Bir sene sonra daha kalabalık olarak geldiklerinde O’nu çok mutlu ettiler.  Medine’deki her evde İslâm konuşuluyordu ve o şehir Resulullah’a kapısını açmıştı. O gençler ise her ne pahasına olursa olsun güzeller güzelini koruyacaklarına söz verdiler. Ellerini O’nun elinin üzerine koyarak,  Efendimiz (sav)’in istediği “İslam İlkeleri”ne uyacaklarına biat ettiler.“Akabe Biatı” denilen bu biatta bahsi geçen ve sonra da Kur’an’ın Mümtehine Sûresi’ne ayet olacak ilkeler şunlardı:


  1. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak
  2. Hırsızlık yapmamak
  3. Zina etmemek
  4. Çocuklarını öldürmemek
  5. Yalan uydurarak hiç kimseye iftira etmemek.
  6. İyi olan hiçbir hususta Allah Resûlü’ne isyan etmemek


Hz. Peygamber (sav), bu şartları yerine getirenlerin cennete gireceklerini müjdelemişti. Bu ilkeler islamın ilkeleri olmakla birlikte ahlakın da ilkeleriydi. Ancak bu ilkeler islam olmadan bir işe yaramazdı.


Allah yarattığı her kulun kalbine iman tohumu ekmek için fırsatlar çıkarır. Bu fırsatları değerlendirmek ise kulun elindedir. Tıpkı Medinedeki altı gencin değerlendirdiği gibi… Rasulullah (sav), onların kalplerine iman tohumunu yerleşmesine sebep oldu. O tohum Medine’de filizlendi ve büyüdü. İslam orada şekillendi, gelişti ve tüm dünyaya yayıldı.


Kaynağından aldığımız güzel ahlakı kaybetmemeli, kalbimizde filizlenen iman tohumunu soldurmamalıyız. Eğer bir şeyleri kaybettiğimizi düşünüp ümitsizliğe düşersek yukarıda bahsi geçen islamın ilkelerine şöyle bir bakalım… Her bir maddeyi derinlemesine düşünelim… Onlara kesin olarak uyacağımıza söz verelim… Gerisi kolay… Medine’yi Medenî yapıp nurlandıran ilkeler bizim kalplerimizde de filiz verecektir inşallah…


*Herkes İçin Siyer, 10. Bölüm’de duanın tamamına ulaşabilirsiniz.

Foto: pixabay.com

9 Mart 2024 Cumartesi

İftar mı İsraf mı? Aman Dikkat…

 


“Eski ramazanlar” başlığı altında güzel günleri arada bir yâd etsek de benim nazarımda günümüzdeki Ramazan algısı eskiye nazaran daha bir bilinç kazanır oldu. Eskiden Ramazan deyince ilk akla gelen pide, güllaç, hurma ve muhteşem iftar sofraları olurdu. Ramazana özel hazırlıklar yapılır, “yemek” odaklı bir aya hazırlanılırdı. Ekran bağlantılı yaşayan bizler en azından televizyonda bunlara şahit olurduk. Ancak şu anda bilinçli hocaların görsel ve sosyal medyada anlatımlarına mukabil Ramazan bilincimiz de arttı elhamdülillah. Aksi taktirde çok eski zamanlarda Allah dostu insanlar medeniyetleri etkilemiştir. Ben sadece yaşadığımız son yüz seneden bahsediyorum.


Ramazan’ın rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı olduğunu tekrar hatırladık. Orucu sadece midemize değil, elimize, dilimize, gözümüze ve diğer uzuvlarımıza da tutturmamız gerektiğini hatırladık. Ramazan’da günahlarımızı itiraf edip tövbe istiğfarlarla kendimizi temizlememiz gerektiğini hatırladık. Ramazan’ın Kur’an ayı olduğunu ve okuduklarımızla amel etmemiz gerektiğini hatırladık. Teravih namazında camilerimizde koşuşan çocuklarımıza bağırmak yerine onları hediyelerle hoşnut etmemiz gerektiğini hatırladık. Sahurlarımızı teheccütlerle süslememiz gerektiğini hatırladık. Efendimiz (sav)’in de dediği gibi bu ayın sabır ayı olduğunu, yardımlaşma ayı olduğunu, rızkımızın bereketlenme ayı olduğunu hatırladık. Ne kadar verirsek verelim paramızın eksilmediği gerçeğini hatırladık. Bu ayda yaptığımız bir hayrın farz yerine geçtiğini, farzların ise yetmiş farz yerine geçtiğini hatırladık. 


Ancak bir şeyi hatırlamakta biraz geciktik sanki. İbadetle ticareti aynı kefeye koymamak gerektiğini... Özellikle “iftar menüsü” adı altında sözüm ona hatırı sayılır restoranların şaha kalkmış fiyatlarına pirim vermememiz gerektiğini de hatırlamamız gerekir…Ayrıca kendi sofralarımızdaki israftan da kaçınsak iyi ederiz. Ramazan öncesi küçük bir hatırlatma olsun istedim. Yiyelim, içelim fakat israf etmeyelim. Hepinize hayırlı ramazanlar…



Foto: istockphoto.com 

5 Mart 2024 Salı

Öfkemizi Nasıl Terbiye Ederiz?




Ramazan ayı kendini göstermeye başlarken kendimizle ilgili yapmamız gereken hazırlıklardan biri de öfke kontrolüdür. Olması gereken yerde değil de olmaması gereken yerde sıklıkla kullandığımız öfke duygusuyla başa çıkabilmek kolay değil maalesef. Bunu başarabilmek için öncelikle bu duyguyu kabul etmeli ve kurtulmanın yollarını aramalıyız.


Peygamber Efendimiz (sav)’e bir sahabe gelerek:

“Bana az ve öz bir ameli emret.” diye ricada bulunmuş. Peygamberimiz (sav) de "Öfkelenme!.."

buyurmuştur.

(1)


Hz. Ömer (r.a), adaletinin yanında celali ile de meşhurdur. İslamiyeti kabul etmeden önce Müslüman olanlara yorulana kadar işkence yaptığını, dinlendikten sonra ise kaldığı yerden devam ettiğini söyler. Ancak İslamiyet onu öyle bir değiştirip dönüştürmüştü ki öfkesini bile terbiye eder hale getirmişti(2). 


Bu duruma gelebilmek kolay değildi muhakkak. Hudeybiye antlaşmasının maddelerini kabul ettiği için öfkesine yenilip Hz. Peygamber (sav)’e çıkışınca aklı başına  gelmişti Hz. Ömer’in. Hakkında helak olacağına dair ayet inecek diye tir tir titremişti. Bu titreyiş belki de öfkesini terbiye etmede bir adım olmuştu. 


Şu anda bizim hakkımızda ayetler gelmeyecek belki ama hali hazırda bulunan ayetler bizi titretmeli ve kendimize getirmeli… Öfkeden ve öfkenin sebep olduğu kalp kırmaktan, hakaret etmekten, şiddetten ve buna benzer kötü huylardan Allah’a sığınmalıyız. 


Bunun için Peygamberimiz (sav)’in tavsiyeleri var. Nureddin Yıldız hoca bu tavsiyeleri içine alan ders niteliğinde çok güzel bir sohbet hazırlamış. “Öfke Kontrolü İçin Ne Yapılmalıdır?” başlıklı sohbetinden aldığım notlarda öfkelendiğimizde ne yapmamız gerektiğinden şu şekilde bahsediyor:


  • Eûzu besmele çekerek şeytandan Allah’a sığınmak.
  • “La havle ve la kuvvete illa billah” demek. Eşin, çocuğun, komşun bunalttıysa 20-30 defa söyleyebilirsin bu zikri. Eûzu besmeleyle birlikte bu iki kelime silahtır.
  • Pozisyon değişikliği yapmak. Ayaktaysa oturmak, oturuyorsa yatmak, oda değiştirmek, evde kavga varsa dışarı çıkmak. Gerekiyorsa ev değiştirmek, mahalle değiştirmek, okul değiştirmek, arkadaş değiştirmek, şehir değiştirmek, olmuyorsa hicret etmek.
  • Abdest almak
  • Dile hakim olmak, susmak.
  • Olaylara maddi ve manevi açıdan bakabilmek. Babasıyla kavga eden biri bu durumun manevi boyutunu yani günah olduğunu düşünmeli. Bunu yapamasa da “bu durumdan elime ne geçecek? demelidir. (3)


Ayrıca;

  • Allah’ın “Ya Halîm” ismini ve Al-i İmran 134. ayeti zikredebiliriz.


Fatma Bayram Hoca, “99 Esma Sonsuz Mana” isimli kitabında Allah’ın Halîm isminden şu şekilde bahsediyor:


“Bilgimiz azaldıkça her şeyi bildiğimizi sanmaktan doğan sahte özgüvenlerin, atıp tutmaların, firavunca, nemrutça tavırlarla gücü yettiğine zalimce hükmetmenin çağında Halîm isminin içerdiği sekinete, sabra, ileri görüşlülüğe ve insana saygıya ne çok ihtiyacımız var. Halîm ismi insana verilen değerin, onun kendini düzelteceğine, ıslah-ı hâl edeceğine duyulan güvenin en çok öne çıktığı ilahi isimlerden biri. Çünkü Halîm ‘sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan’demektir.”


Öfke anında ne yapılması gerektiğiyle ilgili psikolog Tuba Kılıç da şu tavsiyelerde bulunuyor:

  • Durmak
  • Derin nefes almak
  • Düşünmek
  • Aklı başında davranmak. 
  • Susmak. Unutmayın, öfkenize hakim olamayıp o kişiye cevap verdiniz diye hiç kimse sizi parmakla göstermeyecek.

Bunlarla birlikte şunları da yapmak gerekir:
  • İç sesleri de susturmak. 
  • Kendine odaklanmak


Bu tavsiyeleri yapabilmek öfke anında kolay olmayabilir. Ancak istemek, dua etmek ve adım atmak önemlidir. O zaman Allah ve Rasulü’nün sevdiği insanlardan oluruz. Nitekim Rabbimiz ayetinde bize şöyle buyuruyor:


“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i İmran 134)


(1) Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Sahîhu’l-Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73; Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, Çağrı Yay., c. II, s. 175; c. V, s. 34, 370.

https://sorularlaislamiyet.com 

(2)Muhammed Emin Yıldırım hocanın ifadesi

Foto: https//:istockphoto.com

Nureddin Yıldız hocanın sohbeti: https://youtu.be/hkVMXzmQ2yc?si=8aZ5Kv8tlcNr8eNU

24 Şubat 2024 Cumartesi

Öfkemiz Tam da Bunlar İçin Diri Olmalı…

 


Allah’ın bizlere vermiş olduğu her duygunun ayrı bir önemi var. Öfke de bu duygulardan biri… Ailemizde, arkadaş çevremizde, iş ortamlarında, caddede, sokakta, tv’de her yerde öfkeli insanlara rastlamak mümkün. Ancak bu duygu iyi yönetilmezse çok kötü sonuçlara sebep olabilir.


Rabbimiz bize bu duyguyu doğru yerlere kanalize etmemiz için vermiştir. Yani öfkemizi çocuğumuzdan, eşimizden, öğrencimizden, çalışanımızdan, tabaktan, çanaktan, trafikteki adamdan çıkarmak yerine, bu duyguyu diri tutmak zorunda olduğumuz önemli alanlara yöneltmemiz gerekir.


Peygamber Efendimiz (sav)’in de öfkelendiği durumlar olmuştur. Mesela, bir yatsı vakti namaz kıldırmak için mescide gelip de az sayıdaki cemaatin dağınık şekilde oturduklarını görünce daha önce hiç olmadığı kadar öfkelenmiş ve şöyle demiştir:


“Allah’a yemin olsun ki, içimden şimdi bir adamı imam tayin ettikten sonra, şu namaza gelmeyenlerin evlerine tek tek gidip yakmak geliyor.”[1]


Nitekim cemaate çok uzun namaz kıldıran sahabî Muaz b. Cebel’e üç defa “Sen bıktırıcı mısın? Ya Muaz!” diyerek kızmış ve işi olanların, zayıf ve hastaların dikkate alınarak namazın kıldırılması gerektiğini öğütlemiştir[2].


Başka bir gün zekât toplamak için gönderdiği bir memur, elindeki malı O’na arz ederken, “Ya Rasulallah! Şunlar sizindir; bunlar da bana hediye edildi.” demesine çok kızmış ve “Sen ananın babanın evinde otur da gör bakalım sana hediye gelecek mi? Gelmeyecek mi?” diyerek tepkisini dile getirmiştir[3].


Ancak o güzeller güzeli (sav) öfke duygusunun ardından Allah’a şöyle dua etmiştir: 


“Ya Rabbi! Ben, nihayetinde bir kulum ve bütün kullar gibi ben de öfkelenirim. Bu sebeple hangi Müslüman’a kızmış, hakaret veya beddua etmişsem; onu, onun için kıyamet günü bir arınma ve rahmet vesilesi yap.”[4]


Gelelim bu duygunun bizler için önemine… Bir Müslüman olarak bu duyguyu diri tutmamız gereken önemli yerler var. Mesela, geçmişte Müslüman kardeşlerimize sıkıntı yaşatan birçok zalimler oldu ve bugün de olmaya devam ediyor. Bu sebeple biz öfkemizi, şu anda Gazz eli kardeşlerimizi soy kırıma uğratan S*iyonist Y@hudiler için diri tutmalıyız. Doğu Türkistanlı kardeşlerimize “Çin İşkencesi”ni en had safhada yaşatan zalim Çin için diri tutmalıyız. Çeçenistan’ı 60 yıl savaşın içinde bırakan, Kırım’daki müslümanları sürgün eden, sürgün esnasında öldüren Rusya için, S*iyonist benzeri soykırımı Bosna halkına yaşatan Sırbistan için ve Müslüman toprakları olan Suriye’de, Irak’ta, Keşmir’de, Afganistan’da, Tacikistan’da, Özbekistan’da, Kırım’da, Yemen’de, Myanmar’da, Moro’da, Eritre’de, Afrika ülkelerinde sıkıntı yaşatan, onları sürgüne zorlayan, savaştan savaşa sürükleyen, sömüren Amerika için, İngiltere için, Fransa için, İspanya için, Almanya, Hollanda için, kısacası sömürgeci Batı devletleri için öfkemizi diri tutmalıyız. Savaşa, şiddete, bebek katline sessiz kalan, kulak tıkayan, göz yuman ülkelere karşı olmalı öfkemiz. Kur’an-ı Kerim yakılmasına izin veren İsveç’e karşı, Peygamber Efendimiz (sav)’in karikatürünü yayınlayan Danimarka’ya karşı olmalı öfkemiz… Şunu da belirteyim ki bu ülkelerin şiddete, katle, savaşa sesi çıkan bir kısım halkına olmayacak bu öfkemiz, onları yönetenlere olacak…


Öfkemizi diri tutarsak ne mi olacak? Müslüman olduğumuzu hatırlayacağız. Müslüman kardeşlerimiz için ne yapmamız gerektiğini düşüneceğiz. Elimizden bir şey gelmez deyip yerimizde oturmayacağız. Dualarla, yardımlarla, yürüyüşlerle, boykotlarla, paylaşımlarla, yeri gelirse de savaşarak onlarla birlikte olacağız. Çünkü biz Müslümanlar olarak, Efendimiz (sav)’in hadisinde bahsettiği gibi bir vücudun uzuvları gibiyiz. Birimiz hasta olduğu zaman diğerimiz de onun hastalığını hissetmeli... 


Hissedemiyorsak kendimize bir bakalım… Müslümanlığımıza bakalım ve kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınalım… Şöyle ki: Eûzü billahi mineş’şeytanirracîm bismillâhirrahmânirrahîm…


https://sorularlaislamiyet.com/peygamberimiz-hz-muhammed-de-gazaplanir-miydi?amp

[1]Buhârî, Ezan, 34; Husumât, 5; Müslim, Mesacid, 251–254; Tirmizî, Salat, 48; Nesâî, İmamet, 49; Ebû Dâvûd, Salat, 46; İbn Mâce, Mesacid ve’l-Cemaat, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 394; c. II, s. 244; İbn Mâce, Mesacid ve ‘l-Cemaat, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 394; c. II, s. 244.
[2] Buhârî, Ezan, 60; Müslim, Salât, 128, 129; Nesâî, İmamet, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 123.
[3] Buhârî, Eyman ve’n-Nuzûr, 3; Ebû Dâvûd, Harac, 11, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V, s.423; Darimî, Zekât, 31; Siyer, 51.

[4] Buhârî, Daavât, 33; Müslim, Birr, 95; Ebû Dâvûd, Sünnet, 10; A. B. Hanbel, Müsned, c. II, s. 317, 390; c, III, s. 33, 391, 400; c. V, s. 437, 439; c. VI, s. 45.

Foto: https://depositphotos.com

11 Ocak 2024 Perşembe

Bir Çocuk Nelere Kadir?

Hayal bile kuramadığın bir dünyaya açtın gözlerini çocuk… Bomba sesleri ninnilerin, kan, gözyaşı, ölüm, gördüklerin oldu. Ama her şeye rağmen asla isyan etmemeyi öğrendin.“Hasbünallahu ve ni’mel vekil” sözü ile…

Hakikat yurdundan kopup gelen bu söz iliklerine işlemiş, damarlarında kan olmuştu. Öyle bir güç vermişti ki sana Allah’tan gayrı olan sahte güçleri umursamadın. Anne-babanı kaybedince de hissettin bu sözü, kardeşin şehit olunca da… Evin yıkılınca da hissettin, bacağın kopunca da… Ağlamaz olur musun? Tabii ki ağladın… Sızlandın… Haykırdın… Yandın… Yaralandın… Ama asla isyan etmedin…Sen isyan etmek nedir bilmezdin ki… “Göz yaşarır, gönül hüzünlenir. Ancak biz Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz.” diyor gibiydin bir canını kaybeden Peygamberin gibi…


Sen peygamber yürekliydin çocuk… Temizdin… Saftın… Günahsızdın… Allah’ın en sevgili kuluydun… Yeri gelince düşmana bile kafa tutacak kadar cesurdun…


Senin yüzün “hakikat”i tüm sadeliğiyle ve saflığıyla anlatıyor çocuk… Dilinin söz söylemesine gerek yok, baktığın zaman görünüyor her şey… Fıtratındaki İslamı öyle güzel yansıtıyorsun ki, dünyanın öbür ucundaki ablaların ve abilerin sana bakıp “kelime-i şehadet” getiriyorlar… Evet birilerinin hidayetine vesile oluyorsun sen çocuk… Peygamberinin “dünya ve içindekilerden daha hayırlı” dediği işi sen ölümünle yapıyorsun. Bir sürü süslü sözcüklerle İslamı anlatan kelli felli hocalara taş çıkartıyorsun. Sen ölürken kalpleri diriltiyorsun… Bizim kalplerimizi de dirilt ne olursun…


Not: Ayçin Kantoğlu’nun şuradaki videosundan esinlenerek yazılmıştır.


Foto: yasemin.com