Ben Bilâli
H. A. L. Craig
Çeviren: Nurullah Koltaş
Bilâl her daim insanların kalplerindedir ve bu yüzden hep Sevgi'yle hatırlana gelmiştir...
Mekke'de doğmuş olup Rabah adlı Habeşistanlı bir kölenin oğludur..
Amerika'daki siyâhî Müslümanlar kendilerini Bilâlî olarak adlandırmışlardır. Bilâl ayrıca Mü slüman Afrika'da, bir Hristiyan tabiri kullanmak gerekirse koruyucu bir azizdir.
...
Mekke'yi bilenler onu zihinlerinden söküp atamazlardı. Dışarıdayken vatan hasreti çekerlerdi. Hiçbir vaha ya da ılıman ülke onları tatmin edemezdi.; her Zaman toplanılıp geri dönülürdü. Çöldeki develer bile "Mekke" kelimesini işittiklerinde başlarını kaldırıp adımlarını hızlandırırlardı.
Size diyebilirim ki bu gümüş kupadaki su, Şam'ın bu serin akan suyu, Kâbe avlusunda fışkıran KESK'in kokulu sülfürlü zemzem suyuyla karşılaştırılamaz.
...
Ammar'ı sorguluyorlar...
"Muhammed size ne öğretiyor?"
"O bize, tüm insanların Allah huzurunda bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını öğretiyor."
Biliyorum ki ben, duvara karşı duran köle Bilâl, bu sözleri işittiğimde ürpererek titredim ve Ümeyye'nin yüzünün kızarıp öfkelendiriniz gördüm.
Sık sık Ammar'ın o gün niçin o denli cüretkâr olduğunu merak ettim. Pekâla, Muhammed, bize dua etmeyi... Hakkı söylemeyi... Kendin için Arzu ettiğini komşu için de arzu etmeyi öğretiyor...diyebilirdi ve onlar da onu bırakabilirdi.
...
Ne var ki Ammar'ı net bir şekilde hatırlıyorum. Bakışı saf ve huzur dolu, korkusuz, uysal ama kuvvetliydi. Gözlerinde benim köleliğimden daha kuvvetli bir güç gördüm. O an benim, Bilâl'in mülkiyeti değişti.
Kırbacı düşürdüm. Soluklarını hissettim... Bir köle başkaldırmıştı.
...
Ebû Süfyan'ın köleleri onun kötü bir efendi olmadığını düşünüyorlardı. Bir kaş hareketi iş görecekse, sesini asla yükseltmezdi.
...
Muhammed (a.s.) farklıydı. Dostane bir bakışı olmadan asla bir adamı geçip gitmezdi.
...
Bilâl ölümünü beklerken...
Gün ağarırken, Allah'ın izniyle Allah'a kendimi teslim ettim. İşte benim İslamım!
Aniden öylesi bir şirinlik içime aktı ki iplerimle bile hoşnut kaldım. Ruhum şakıdı. Biliyordum ki yegâne rahatım, Bir Allah'ın yakınında olmak olacaktı. Bunu zihnimden daha derin bir hakikatle insanın derinliklerinde, yani kalpte bildim. Duaya başladım ve ruhum dinlendi. Allah'a hamda başladım ve zihnim huzurla doldu. O'nun rahmetine baktım ve korkum benden ayrılıp gitti.
...
Benim deli olduğumu düşündüler. Beni yaratan Allah'ta sükûn bulduğumu nereden bilebilirlerdi.
Bilâl tekrar satın alınıyor...
Zeyd... Muhammed (a.s.)'ın evlatlığıydı. Hiçbir şey söylemedim. İhtiyaç yoktu; çünkü herşeyi o söyledi! "Kölelikten âzâd edildin Bilâl."
...
İlk beş gün Ebû Bekir'in evinde karartılmış bir odada bilincin içinde ve dışında sürüklenerek uzandım. Belirsiz fısıldaşan sûretler, üzerimde yağlar, merhemler be ıslak bezlerle dolaşıp duruyorlardı. Bir defasında uyandığımda, odanın köşesinde dua eden bir adam gördüm; sonra tekrar uyudum. Altıncı günün sabahı nihayet kalkıp dışarı ilk adımlarımı attım. Ebû Bekir o kadar mutlu oldu ki bir keçi getirip benim için sağdı. Sonra bana: "Allah'ın elçisi üç gün boyunca, ateşin düşene kadar şahsen senin için dua etti. Sen güvende olunca seni bırakacak. Hiç bu denli Mutlu bir adam görmedim. 'Bilâl islama dahil oldu' dedi. Yarın sen ve ben Peygamber'e gideceğiz" dedi.
Bilâl Muhammed (a.s.)'le karşılaşıyor
O'nu görmek için yanına ilk girdiğimde, yeğeni Ali'yle birlikte basit bir hasır üzerinde oturuyordu. Bana baktı ve gözleri doldu. O zaman çocuk olan Ali elini tuttu. "Niçin ağlıyorsun amca?" Diye sordu. "O kötü biri mi?" "Hayır hayır!" dedi Muhammed (a.s), "bu adam Sema'yı hoşnut etti."
Sonra çabucak doğrulup beni kucakladı. "Her daim senin İslam için ilk zulüm acısı çeken Müslüman olduğundan bahsedilecek, Bilâl." Anne ve babamın ölümünden bu yana bir başkasının sevgi gözyaşlarını yüzümde hiç hissetmemiştim.
Bir kuyunun dibinden sağ salim yukarı çekilen birisi gibi hissettim kendimi. Yine de sizin umduğunuz gibi bir mutluluk ânı olarak hatırlayamıyorum o ânı. Nasıl olurdu? Muhammed (a.s.) benim için üzüldü ve O'nun en temiz yüreğine keder getirdim... Bir Peygamber'in gamına sebep olmak gurur vesilesi değildir.
...
Medine'de ilk ezana giderken O'nu sabahları uyandıran hep bendim. Kapıya hafifçe vurup şöyle derdim: "Namaza ey Allah'ın Resûlü!" Evet Peygamber'in ilk sahabelerinden biriydim ki bu da krallıktan da üstün bir unvandı.
...
Ali maharetlerini sergilediğinde ev mutlulukla doldu. Hoplayıp zıpladı, hokkabazlık yaptı ve takla atıp Muhammed (a.s)'ın kollarına düştü. Bu, aslında Peygamber'in uçan bir çocuğu yakalamasını görme fırsatıydı.
...
Ümmü Gülsüm yuvarlak bir sepette hurma getirdi ve Peygamber sanki en iyisini almazsam, bu bir utanç vesilesi olacakmış gibi parmak uçlarıyla yoklayarak en yumuşak ve en tatlılarını seçti. Kendisi içinse eline gelen ilk hurmayı aldı.
Bilâl ve Ebû Bekir
"Eğer sana kalem açarsam, yazmayı öğrenir misin?"
Soru çokça işitmediğim ölçüde öylesindeydi be neredeyse sorulur cinsten değildi. Yine de bu, köleliği aştığım andı. Ebû Bekir'in benim için verdiği değil, bana verdiği bu şey beni azad etti.
Bilâl Muhammed (a.s.)'ı anlatıyor
On dördüne geldiğinde Muhammed (a.s.) koyunlarından ayrılıp asker olmuştur. Gitar savaşında bulunmuştur.
O günün hiç doğmamış olmasını dilemiş ve o günü hatırlamaktan asla hoşnut olmamıştır. Kanlı bir kabile dansı olan savaşın sebebi, sarhoş birisinin uyuyan bir kişiyi katlidir. Bu savaş Haram Savaş olarak anılır.
...
Kişi bir dağın zirvesinden, küçük meşgaleleri olan başların üstünden ötesini görebilir... Bir dağın zirvesinde hiçbir uyumsuzluk veya insan sesi size ulaşmaz. Kulaklarınız Allah'a açıktır.
Ca'fer (r.a.) Habeş kralıyla konuşurken...
"Size tüm bildiğim şekliyle Kur'an'ın İsa Hakkı'nda söylediklerini aktaracağım."
Bu en iyi şekliyle kederli bir haykırıştı; ancak kralın başını kaldırttı. Sonra Ca'fer kendi sesini buldu. Buna mecburdu. Yegane umudu haykırmakta; zincirlere, kralın çatık kaşına ve tahtın çevresinde ağır taşların içinde kükreyen dört aslana haykırmak. Kimileri, ismimin kullanımından ar duysam da, "Bilâl kadar güzel konuştu" diyorlar. Amr İbn As, bunu bana on yıl sonra söyledi.
...
O gün Ca'fer, başka bir seçeneği olmayan bir adam gibi ikna edici bir şekilde konuşmayı öğrendi. Büyülenmiş yüzlerine, bir bakirenin rahminden İsa Mesih'in dünyaya gelişini anlatan 19. sûreyi yani Meryem Sûresi'nin ayetlerini okudu. Satırları anlayışlarına öylesine adamakıllı nakşetti ki konuşanın Baba Tanrı değil de Allah olduğunu bildiler.
Devlerin Hidayeti
Ancak güçlü olandan şirinlik hasıl oldu ve Hamza; dev Hamza, atını bir çöl çiçeğinin etrafından onu ezmemek için çeviren bir adam oldu.
...
"Allah;
O'ndan başka İlah yoktur.
En güzel isimler O'nundur."
(Taha Sûresi 8)
Ömer elinde bu ayetle kalakaldı ve kocasının kollarında yüzünden süzülen kanla gizlenen kız kardeşine baktı. Suçlulukla başını duvara çaldı; "Ne yaptın bana?" Dedi, hem gülünç hem de acıklı bir soruyla. Kendi kanını yutmakta olan Fâtıma cevap vermekten çok korkmuştu. Ömer kağıdı, onun affı için bir özür olarak kaldırdı. "Oku bana!" Dedi; "Bizim bozuşmamıza değerse, oku onu bana."
Ancak Fâtıma'nın parmaklarında mecal kalmamıştı. Bu sebeple Demir'i bir kulun kanadının içinde burkabilecek Habbab sayfayı alıp okudu. Ömer dinledikçe yavaş ve derinden bir merak onu ihata etti. Okuyucunun dudaklarından dökülen Allah sözünden büyülenişiyle bakakaldı. Bana, kendisi aniden büyük bir şirinliğin içine yayıldığını ve baştan ayağa titrediğini anlattı.
...
Hicret yolunda...
Mekke'de o dönemde, benim kadar siyah ve çölün kabul edilmiş bir ustası olan Habeşistanlı bir iz sürücü bulunmaktaydı. Anlattıklarına göre havayı koklayarak uçan kuşların izini sürebiliyor ve kayaların üzerinde ayak izlerini takip edebiliyordu... Becerisi onu Sevr mağarasının girişine kadar getirdi. Sonra omuzlarını silkip oturdu. İşini yapmıştı, diğerleri cinayeti işleyebilirlerdi.
...
Daha sonra eski efendim Ümeyye, kılıcını çekip kayalardan tırmandı ve her zamanki gibi tabiatı korkuttu. Güvercinler uçuştu ve örümcek de bir yarıkta kayboldu. Ancak yapmış oldukları ortadaydı. Kuşlar davetsiz misafirlerin arasında yuvalamazlardı. Ümeyye iz sürücüye lanet okudu, atına tekrar binip uzaklaştı. İz sürücü de kendi yokuna devam etti ve bana anlatıldığına göre, bir daha asla bir adamın izini sürmedi.
...
Dördüncü gece tali yolları ve çöldeki tenha yerleri bilen Arkay isimli putperest bir Bedevi onlara iki deve ve bir torba yiyecek getirdi. Karanlıkta Peygamber, yol arkadaşı ve putperest el yordamıyla dağdan inip Batı'ya, hâlâ Medine'den uzak bir yöne süzüldüler.
...
Dinler tarihinde iki büyük yolculuk vardır; Yahudiler'in Mısır'dan çıkışı yani Exodus ve de bizim Mekke'den göçümüz, Hicret.
Bir devenin seçimi...
O zaman bilmiyorduk; ancak o deve hörgücünün altında hem bizim yerleşim alanımızı, hem de Peygamber'in kabrini barındırıyordu. Peygamber hayatının en önemli siyasi kararını bir yük hayvanına terk ediyordu.
...
Tarihten Sayfalar
Bedir savaşında...
Peygamber ordunun savaş narası olarak, işkencelerimdeki Bir Allah (Ehad) haykırışımı seçmişti.
...
Erkenden çadırına namaz için çekildi ve çıkıp savaşa asla bakmadı; ama gitmeden önce bize bir söz verdi. Hiçbir şey ölüm ödülünden daha değerli olamazdı. "Bugün cennet kılıçların gölgesi altındadır..." Dedi, "... ve her kim bugün ölürse, Melek'ler tarafından semaya taşınacaktır." Ama sözü koşula bağladı. Ölüme sebep yaralar sırtta değil, bedenin ön yüzünde olacaktı. Yaraların bir kalabalığın püskürtülmesinde veya çekilme taktiğinde cesaret alındığı durumlar hariç; o zaman sırttaki bir yara da yüzdeki bir yara kadar güzeldi.
...
Savaşın kuralları şöyledir:
Bir kadını veya çocuğu incitmeyin.
Tarlada çalışan adama zarar vermeyin.
Yaşlı bir adama zarar veremez veya sakatlardan faydalanamazsınız.
Meyve ağaçlarını kesemezsiniz.
İzin almadan içmek için su veya bedelini ödemeden yiyecek alamazsınız.
Bir esiri bağlayamaz veya siz binek üzerindeyken onu yürümeye zorlayamazsınız.
Size teslim olan düşman sizden nazik muamele görmelidir.
Çocuklara zarar vermemeye dikkat etmelisiniz.
...
Kalben Vahşi'ye acıyorum. Bir köle için hürriyet reddedilemeyecek bir rüşvettir. Ama asla ipek giyip gümüşü harcayamadı. Hürriyetini aldı ve kendi isminden bile gizlenerek çöle gitti. Yıllar sonra onu affedip elini alan Peygamber'e geldi. Ama Muhammed (a.s), varlığı ona acı verdiği için onun ayrılmasını rica etti.
...
Burada Şam'da bazı akıllıların, İslam'ın kılıçla yayıldığını söylediklerini işittim. Ahmaklar! Dinin kesip biçmek olduğunu sanıyorlar; öyle değil. Din dikmektir. Allah'tan korkun!
İnsanların kalplerini kılıçla değil sözle, zorlamayla değil davetle ikna ediyorduk. Bu İslam'ın yayılışıydı.
Ben
Ebû Süfyan'ın Müslüman Oluşu
"Allah'ın Resûlü" dedim, "Ebû Süfyan geldi." O da "Allah herkesin zamanını belirler." dedi ve Ebû Süfyan'ı içeri almamı işaret etti. Hiçbir zafer edası göstermedi. Elleriyle gözlerini kapadı, "Davet eden Allah'tır." dedi.
Sonra hiç unutamayacağım bir mübadele başladı. Ali başlattı.
"Ebû Süfyan! Muhammed (a.s.)'ın Allah'ın elçisi olduğunu kabul etme vaktin gelmedi mi?" Ebû Süfyan üzerinde oturduğumuz hasıra baktı. Gözleri kapanmış görünüyordu: "Muhammed! Hâlâ kalbimde şüphe var." dedi.
Sonra Ömer sözü aldı, olağan olduğu üzere, kararlı... "Eğer kelleni kesersem kuşkuların dağılır."
Daha önce Ömer'le hiç tartışmamıştım, ama şimdi buna mecbur olmuştum. Uzanıp elimi elinin üzerine koydum. "Dinde zorlama olamaz." dedim. Peygamber gülümsedi ve hoşnut olduğunu görebiliyordum. Ama Ebû Süfyan hiç siyahî görmemiş bir çocuğun yaptığı gibi bana bakakaldı.
"Sen siyahî köle!" dedi, "Sen en iyi okulsun." Tekrar Muhammed (a.s.)'le konuştu. "Eğer tanrılarım ibadetime layık olsalardı, bundan önce beni korurlardı."
Peygamber yalnızca bekleyerek cevap verdi. Sonra Ebû Süfyan hiç duraklama olmadan açıkça haykırdı: "Kendi irademle ve hiçbir baskı olmaksızın Allah'tan başka İlah olmadığına ve senin, Muhammed, Allah'ın elçisi olduğuna şahidim."
Bilâl'in Kabe'ye tırmanışı...
Peygamber'in dediği gibi, Medine'deki ilk ezanım mescidini tamamlamıştı; şimdiyse ezanım Kabe'yi temizleyişinin tamamlamışı olacaktı.
Peygamber'imizin Vefatı...
Aişe'nin ağladığını işitince Muhammed (a.s.)'ın vefat ettiğini anladık.
Ömer içeri girdi ama kederi onu kör etti be yalnızca uyuyan bir adam gördü. Muhammed (a.s.)'ı vefat etmiş olarak görmedi. Öfkeyle yumruğu havada, ölümden bahseden herkese tehditler savurarak dışarı çıktı. Birkaçımız onu tutmaya çalıştı, ama bizi savurup attı. Sonra delirmişliğini aklîleştirmeye başladı: "Musa'yı hatırlayın." diye haykırdı. "Musa, Sina dağında Allah'a çıktı. Yahudiler O'nun öldüğünü söylediler. Ama ne oldu? Ne oldu? Kırk gün sonra geri geldi. Muhammed (a.s.) de Musa gibi kırk gün sonra geri gelecek." Zavallı soylu Ömer, mescidin ortasında durdu; saçı havada bir o yana bir bu yana döndü; kederi aya taş fırlatan bir deli gibi gerçeğe karşı geliyordu.
Ebû Bekir de içeri girdi ve Muhammed (a.s.)'ın çehresine baktı. Hiçbir tepki yoktu, kuşku da. Onu öptü ve yüzüne bir örtü çekti.
Mescide geldi, bu ufak uysal adam; sessizlik isteyerek, elini sınıftaki bir öğrenci gibi başı üstünde tutarak. Ama her zamanki gibi yetkiyle konuştu: "Eğer burada Muhammed (a.s.)'a inanan birisi varda, bilsin ki Muhammed ölmüştür." Bu korkunç gerçeğin anlaşılması için durdu. "Ama Allah'a ibadet eden bilsin ki Allah diridir ve ölmez."
Ömer yere kapandı, yüzü ellerinde, iri cüssesi ağlayışında inleyerek.
Tekrar asla ezan okuyamadım. Bacaklarım beni tartmıyordu ve Ali ve Ebû Zer bana yardım ettiklerinde bile, ilk kelimelerden sonra çöktüm kaldım. Kederim beni engelledi. Damda bir kelimeyi bulup sonra diğerinin yarısını bularak kelimeleri hatırlamaya çabalar halde duruyordum. Adını, "Muhammed" tamamlayamadım ve dört kez kekeleyerek hıçkırarak başa döndüm, ama başarısız oldum. Nihayet bana acıdılar ve aşağı inmeme yardım ettiler.
...
Keder Bilâl'i suskunlaştırsa da, birkaç yıl arayla iki olayda daha ezan okumuştur. Birinde "bir defalığına" halkın isteği ve Ömer'in ricasıyla Kudüs'te ezan okumuştur. Sonra yine Hz. Muhammed'in kabrini ziyarete Medine'ye geldiğinde son kez ezan okuması için yalvaran Peygamber torunları Hasan ile Hüseyin tarafından karşılanmıştır. Reddemeyeceğini hissetmiştir. Sabahın erkeninde dahi olsa sokaklar ağlayan insanlarla dolmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder