3 Mayıs 2008 Cumartesi

Bir Çocuğun Kaleminden Peygamber Sevgisi


Medine'de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz,  işinin son günü sabah mesaisinde,  kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulüllah'ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etmiş ve Cennetül Bakiye defnedilmişti. Ailesi de mecburi istikamet Türkiye'ye dönmüştü. Kardeşimiz vefat ettiğinde 7 yaşında olan oğlu,  bugün ortaokul öğrencisi. Okulunda, kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve bu makale birincilik almış. Her okuyuşunuzda gözlerinizi dolduracak ve bir orta okul öğrencisinin ne denli bir peygamber aşığı olduğuna hayret edeceksiniz. İşte o güzel yazıyla sizleri başbaşa bırakıyorum:

PEYGAMBER SEVGİSİ

Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde. Bir ilkbahar günü, güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmışım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş.                               

Babam gelip de,  daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de senin Hane-i Saadetine yapmışım. İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen, hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben.

Belki seni çok tanımazdım ama, sanki bana çok, çok yakınmışsın gibi severdim seni. Senin evini her ziyarete gelişimizde seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik. Çocuklar evde sıkılınca babaları parka,  eğlence yerlerine götürsün isterler. Ama biz Medine'de yaşadığımız  surece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız, acaba hiç sıkılmaz mıydı ? Sanırım Medine'deki hiç bir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü,  orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi. Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kim bilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde,
    - Babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye. Babam da
    - Evladım Medine'de iki tane güneş var da ondan, derdi.
     - Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim.
Babam gülerek,
     - Bak yavrum, doğru söylüyorsun, bütün  dünyayı ısıtan  bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan  ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabi hoşuma giderdi ve ısınırdım.


Gerçekten de ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşin de, sıcaklığın da içimizi ısıtıyordu. Medine'den ayrıldığımızdan  beri belki ayaklarımız  ısınıyor  ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Geri ışığı, ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı.

Bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilal-i Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık. Büyük sütunların altından gelen soğuk havadan, saçlarımızı savur turduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakin olun, onlar Ebu Hureyre’ nin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Çünkü, sen çok iyi bir ev sahibiydin.


Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhud'da yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda  sanki orada seni görür gibi olurduk. Uhud dağı da senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.
İşte benim yedi senem,  ki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde, sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti.

Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım, bir parçam orada kalmıştı.

Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam,  bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Ta ki, güneşin içimi ısıtana kadar. Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de ısıtıyor işte. Çünkü benim ruhum, doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın.

Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki, ne olur ben sana gelemesem bile, sen beni hiç bırakma.  Işığınla gecelerimize nur ol.


Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medine’deyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, ara sıra da olsa evimizi şereflendiriver.

Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni  çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız  babacığım.

Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum.  Ama ben çok şanslıyım, çünkü, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin.
Medine'den ayrıldığımızdan beri, sanki sen hep yanı başımızdaymışsın  gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ediyorum. Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken ağabeyimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım.  Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde bende kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte simdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı. 

Evet, demiştim ya, bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı.                                                     
Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bile, bizi bırakmayacağını biliyordum.

Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz senin sıcaklığınla  ısınır. Bir gün sana gelişim geç bile olsa. Gül bahçenin mermerlerinde yalın ayak koşmak, tek arzum olsun. Ta ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp  kavrulsun. Terliklerimi bıraktığım o güzel mabet son durağım olsun.

Nebi Muhammed Doğanay

Hiç yorum yok: