4 Temmuz 2025 Cuma

Hoca Dedem Vardı Bir Zamanlar…

 


Anneannemin bu dünyadan gidişinden sonra yazdığım buradaki yazımın ardından şimdiye kadar hoca dedemle ilgili hiçbir şey yazmadığımı farkettim. Vefatından 25 sene geçmişti ve ben Kıbrıs’ta olduğum için cenazesine katılamamıştım. Hiç beklenmedik bir anda gelmişti ölüm haberi. Kışın Suşehri’nden İstanbul’a gelmek için yola çıktıklarında otobüste fenalaşmış. Anneanneme “ben ölüyorum” demiş, ardından ruhunu teslim etmiş. Biz onu hasta yatağında yatarken uğurlayacağımızı düşünürdük hep. Çünkü eskiden beri hastalıklarla geçen bir ömrü olmuştu. Yatağa hiç düşmemişti ama sağlıklı bir hayatı da olmamıştı. 

Askerdeyken geçirdiği kalp rahatsızlığıyla bir ömür boyu mücadele etmiş, ameliyat olmuş, hastane ve doktorlardan ayağı geri gelmemişti. Bu sağlık probleminden dolayı perhiz hayatında büyük öneme sahipti. Tuzsuz ve az yağlı yemeye, çayı açık içmeye, sağlıklı beslenmeye dikkat ederdi. Çok sevmesine rağmen turşu yemekten uzak dururdu. Ayva yaprağı ve ıhlamur çayını severdi. Ayşe teyzemin yaptığı semizotu namı değer “pürpürüm” yemeğini yeyince “Ayşe’nin geldiği belli oluyor” derdi. Suşehri’nde bir araya toplandığımızda “bir kaçamak yapın da yiyelim” derdi. Naciye teyzemin başı çektiği bu tepsi tatlısını annem ve diğer teyzemler keyifle yapar, çok istemesine rağmen hoca dedem azıcık yerdi.


Bir yere giderken koltuğunun altında taşıdığı siyah, uzun, fermuarlı çantası eksik olmazdı. İçerisinde resmi evraklar, hastane raporları ve çocuklara dağıtmak için napoliten çikolatalar olurdu. Devlet işlerinden anlar, resmi makamlarla ilgili mevzuatı takip eder, gerekli işlemlerin nasıl yapıldığını çok iyi bilirdi. Önemli bir işi halletmek için özel makamlara çıkar, devlet adamlarına ulaşır, meramını dile getirir ve çözüme ulaşırdı. Bu işleri de nasıl yaptığını ayrıntılarıyla anlatırdı bize. Bir keresinde özel bir makama yazdığı dilekçeyi göstermişti bana. Özenli bir Türkçeyle ve güzel bir el yazısıyla yazmıştı. Dilekçe çok beğenilmiş ve talebi dikkate alınmıştı. Tüm çocuklarının doğum tarihlerini yazdığı defteri de göstermişti bana. Bir de “kara kaplı defteri” vardı dedemin. Torunlar yaramazlık yaptıklarında “açtıracaksınız bana kara kaplı defteri” derdi. Ben o defteri divanın arkasındaki dolapta zannederdim. Meğer bizleri uyarmak için söylediği sözlerden biriymiş bu. 


Kalem, defter, kitap, ilim, okul önemli bir yere sahipti hoca dedemin hayatında ve lisanında. Bir de “Gazi okulu” tabiri vardı onun. Tolga ve Alper Gazi Okulu’na gittiler”derdi bize. Belki de onları örnek almamızı isterdi. Gazi okulu, ona göre bir ahlak okuluydu. Hoca dedeme göre terbiye, ahlak, disiplin ve dürüstlük timsali çocuklar Gazi Okulu’na gitmişlerdi. Bu okulun bir talebesi olan Alper abim dedemin dışarıdan geldiğini görünce “Hazır olun hoca dedem geliyor” diyerek milleti hizaya dizerdi. Tolga abimin de hoca dedemle olan bir anısını şurada paylaşayım:


“Sanıyorum o zamanlar Kırıkkale’deydik. Dedem de bize gelmişti birkaç günlüğüne. Dönüşü akşam saatlerindeydi ve  otobüse yetişmek için acele ediyordu. Biz Alperle elini öptük, o da bizi öptü ve bize harçlık vermek için elini cebine attı. O zamanlar çocuklara verilen harçlıklar çok küçük olurdu. Bu zamanın 10 yada 20 lirası gibi. Ama dedem bize yada bana (o kadarını çok hatırlamıyorum) o zamanın en büyük kağıt parasını vermişti. Ben, bunu dedemi uğurladıktan sonra farketmiştim. Vedalaşırken hava karanlıktı, bir yanlışlık olduğunu hissettim hemen. Ertesi gün dedeme bir mektup yazarak “bir yanlışlık oldu galiba” dedim ve parayı da zarfın içine koyup gönderdim. 1 -2 hafta sonra o da bana bir mektup yazarak,  “Aferin, hayatta hep böyle dürüst olun” anafikriyle uzun bir mektup yazmıştı. Tabii gönlünden kopan harçlığı da göndermişti. Bu anıyı zaman zaman hatırlarım ve hep duygulanırım. Allah anneanneme ve dedeme rahmet eylesin. Nur içinde yatsınlar…”


Tolga abimin evliliğine de hoca dedem vesile olmuştu. Hastahanede yattığı bir sırada hemşire olan İlknur ablayı beğenmiş, Tolga abime önermiş ve sonra da evlenmişlerdi. Bu sebeple onların yanında hoca dedemin yeri ayrıdır.


Suşehri’ndeki baba evini boş bırakmaz, kocaman bahçesindeki her bir ağaçla tek tek ilgilenirdi. O güzel bahçe ve iki katlı ev çocukluğumuzun güzel anılarını hep canlı tutar hafızamızda.


Kendisi Suşehri Merkez Camii’nde müezzindi. Herkes ona “Bayram hoca” derdi, biz de bu sebeple “hoca dede” derdik ona. Dini ilimlere çok önem verirdi. Sanırım içinde hafız olamamanın verdiği bir eksiklik hissetmiş olacak ki, iki evladı olan annem ve Mustafa dayımın hafız olmasına vesile olmuştu. 


Sözü dinlenen, fikir danışılan bir insandı hoca dedem. Rukiye teyzem, “Babamın bizi rencide ettiğini hiç duymadım. Eğer bir kişinin kötü bir huyu varsa bunu yüzüne söylemez, o konuyla ilgili kitaptan bir menkıbe okur yada kıssadan hisse anlatırdı. Hatta kitabın ilgili konusunu açık bırakıp masaya koyar, bizim okumamızı isterdi” der. 


Anlattığı kıssadan hisseleri dinlemek çok hoşuma giderdi. Onu dikkatle dinlememden memnun olur, parmağıyla beni işaret ederek memnuniyetini dile getirirdi.


Hacca gideceği zaman doktor bu durumun kalbi için tehlikeli olduğunu, ameliyat olması gerektiğini söylemiş, o ise ameliyat yerine kutsal vazifeyi yapmayı tercih etmişti. “Rabbim ameliyatımı sen gerçekleştir ve vazifemi kolaylaştır” anlamında bir dua etmiş bu duanın ardından hac vazifesinde hiç zorlanmadığını söylemişti.


Bu vazifenin ardından Suşehri’ne gittiğimiz o sene ziyaret için birçok misafir gelmiş, her birine ayrı ikramlarda bulunmuştuk. Bu misafirlerden bir amca vardı. Yanına gidip elini öpen her çocuğa çikolata veriyordu. Çikolata almak için teker teker amcanın yanına gidip elini öptüğümüzü hiç unutamam. Dedem de bu durumdan çok memnun olmuştu. 


Misafire hürmet eder, misafirperverliğin öneminden bahseder, gelen misafire karşı nezaketli olmamızı söylerdi. Osmanlı zamanında, gelen misafir namaz kılacaksa ona rahat bir ortam sunma amacıyla “kıblegah” isimli bir levha kıble yönüne asılır ve o levhada şu beyitin yazılı olduğunu söylerdi:


"Ey misafir, kıl namazını, kıble bu caniptedir (taraftadır),

İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir!" 


Yaşasaydı ondan öğreneceğimiz daha çok şey olurdu ama Allah’ın takdirinden sual olunmaz. O ve anneannem ardında altı evlat bırakarak gittiler bu dünyadan. Her biri onlardan aldığı özelliklerle anne babasını yaşatıyorlar. Allah onlara hayırlı ömürler nasip etsin…


Fethiye



Foto: Pinterest