19 Ocak 2015 Pazartesi

Göktekiler ve Yerdekiler Kadar Kulluk Yapabiliyor muyuz?

O ayeti ilk okuduğumda çok etkilenmiş, bir insan olarak kendimden utanmıştım. Kainatın gözbebeği biz insanlar Kur'an-ı Kerim'in tabiriyle “göktekiler ve yerdekiler” kadar kulluk yapamamıştık Rabbimize. Halbuki herşey önümüze serilmişti... Her istediğinizden alın, giyinin, kullanın, yeyin denmişti. Evren bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için var olmuştu. Meleklerden bile üstün seviyeye gelebilmemiz için itinayla hazırlanmıştı her şey. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen (Ahzab Suresi 72) emaneti biz seve seve kabul etmiştik. Onların kaldıramayacağı yükü omuzlanmıştık bile. Ancak bu yükü kaldırmayı bırakın, üzerimizde bir yük olduğunu bile unutur oldukMaalesef bizi yaratan Rabbimizi anlamıyor, O’nu tam anlamıyla tesbih edemiyorduk.


Bahsettiğim ayetin başlangıcı şu şekildeydi: “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih etmektedir....” (Hadid Suresi 1). Rabbimiz bunu bize bildirdiyse eğer, bir insan olarak ibret almamız gereken çok şey var demekti. Biz insanız, insan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’in avucunda ve her yerde Rablerini zikreden çakıl taşları kadar olamadık. İnsan olduk ama gece gündüz Rabbini “Rahim” ismiyle zikreden bir kedi kadar olamadık. İnsan olduk ama “gak” diye duyduğumuz “Hak” sesiyle seher vaktini coşturan kargalar kadar olamadık. İnsan olduk ama Efendimiz (s.a.v.)’e salat ve selam getiren dağlar kadar olamadık. Efendimiz (s.a.v.)’e yakın olamadık, O (s.a.v.)’na yürüyen ağaç kadar, O (s.a.v.)’nun için gözyaşı döken hurma kütüğü kadar olamadık. 

Halbuki O’nun tek işaretiyle ikiye bölünmüştü dolunay. Ancak biz maalesef dünyayı sarmış, aleme yayılmış işaretlerini göremiyoruz o en Sevgili (s.a.v.)’nin. Hayatın karmaşasında Rablerini tesbih eden “cansız” diye adlandırdığımız varlıklar her an, her dakika mucizelerini bize gösterirken, Kur’an-ı Kerim her ayetiyle alemde olup biteni bize haber verirken, biz insanlar yüklendiğimiz sorumluluğun farkında değiliz maalesef.


Haydi uyanalım artık... Gözümüzü açalım ve izlemeye başlayalım güzellikleri... Rabbimizin isimlerini zikretmeye, O’nu tesbih etmeye davet ediyorum kendim dahil herkesi. O’na olan görevimizi hatırlayalım ve O’na olan teşekkürümüzü sunmaya başlayalım bugünden itibaren. Her gün O’nu tesbih eden çakıl taşlarını ayaklarımızla ezmeden önce bir kere daha düşünelim. Nahoş sesli olarak düşündüğümüz kargaları dinlerken duymaya çalışalım Rabbimizin ismini. O’nu zikreden ağaçların tatlı meyvesini yerken artık biz de analım Yaradan’ın adını. Ve Rasûl’e selam veren dağları düşünürken bir kere daha şükredelim yüce Rabbimize ve hep beraber diyelim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed” diye. Dolunay’a her baktığımızda Güzeller Güzeli (s.a.v.)’nin onda bıraktığı mucizeye hayran kalalım. Kısacası evrendeki her şeyin Rablerini tesbih ettiklerini düşünelim ve varlığımızı bir kere daha idrak edelim. İşte o zaman göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktuğu sorumluluğu bir nebze olsun yerine getirmiş olabiliriz.

Haydi bu çağrıya hep birlikte kulak verelim. Tüm cansız (!) varlıkların kulak verdiği gibi...


Not: Yazım faydalı içerikleri olan cocukaile.net sayfasında da yayınlanmıştır.

Küçük Mutluluklarla Ebedî Mutluluğa Yolculuk

Sıcacık bir yuvada yetişen bir çocuğun gözlerinin içine bir bakın... Ailesine güven bağıyla sımsıkı bağlanan ve anne babasından aldığı sevgiyi iliklerine kadar hisseden o çocuğun gözlerinde gerçek mutluluğu göreceksiniz...

Neden mi? Çünkü ailesinin ona hissettirdiği sevgi ve ilgi üstünkörü olmamıştır hiçbir zaman. Onu Allah'ın bir emaneti olarak kabul edip, bu hislerle ona hürmet eden bir anne babası vardır çünkü. Ona hiçbir zaman "sen çocuksun, anlamazsın, bırak şunu yapamazsın" sözlerinin ardındaki acizlik hissini yaşatmamış, bilakis ona geleceğin saygın anne babasıymış gibi davranmışlardır.

Kısacası yüce yaratıcının o minik yavruya verdiği değeri kendisine hissettiren anne baba olmuşlardır. İşte böyle bir ebeveynin elinde yetişen çocuğun gözlerinin içi güler. Gözlerin gülmesi de kalbin gülmesinin dışarıya yansımasıdır.

Velhasıl mutluluk küçüklükten başlar. Yeni bir oyuncağa sahip olmak bir çocuk için mutluluktur. Salıncakta sallanmak, ip atlamak, ıslık çalabilmek, sabunlu ellerini üfleyerek baloncuk yapmak, seksek oynamak, iki tekerlekli bisiklet sürmek, mahalle maçında gol atmak, dondurma yemek de bir mutluluktur.

Kurabiye hamurunu yoğurmak, yazın eve giren karıncaları saymak, uğur böceğinin rengini incelemek, bir gülü koklamak, rengindeki harikuladeliği farkedebilmek, derin derin nefes alırken içine dolan havayı hissetmek de mutluluktur bir çocuk için.

İç kaygılarından arınmış bir çocuk büyüyüp yetişkin olduğunda da bu küçük şeylerden mutlu olabilir. Yani bilinç altındaki üzüntülerden kurtulup, yaşadığı olumsuzlukları unutarak "O'ndan gelene razıyım"felsefesiylehayata tevekkül boyutundan bakabilen insan da mutlu olmayı başarabilir. Çünkü ona her verilenin ardında kendisi için bir hayr olduğunu biliyordur.

Ebedî mutluluğa kavuşmanın yaratıcısının razı olduğu hayatı yaşamak olduğunun da farkındadır. Bu farkındalıkla birlikte Rabbi'nin emirlerine uygun ve Nebî'sinin sünneti doğrultusunda kuracağı ailede yetişen evlatlara da örnek olacaktır.

Arkalarından da "Rabbim sen evlatlarımızı kendine layık bir kul, habibine layık bir ümmet ve çevresine faydalı bir insan eyle" diye hayr duada bulunursa, içinde hissettiği huzurla gerçek mutluluğa kavuşacaktır.

Yazım aşağıdaki sitede de yayınlanmıştır: